Aynı dili konuştuğunuz o kabile kim?
Yıllar öncesinin kült filmi Love Actually’de, İngiltere’de yaşayan ve aradığı aşkı bir türlü bulamayan, hatta kızlarla bir türlü herhangi bir ilişki kuramayan Colin vardı.
Kendisi bu kuramadığı bağlardan bunalmışken, bir arkadaşı ona İngiliz aksanının Amerikan kızlarına çok çekici geldiğini, şansını Amerika’da denemesi gerektiğini öğütledi. Colin bunun üzerine Amerika’ya gitti ve en güzel kızların ilgi odağı oldu, mutluluktan mest oldu, sonunda kendini “evde” gibi hissetti.
Romantik komedi köpüğü gibi görünen bu küçük hikâyeye inanıyorum, çünkü özellikle son iki yıldır farklı formatlarda bizzat başıma geliyor.
İşler, arkadaşlar, mekanlar, mahalleler, ülkeler, şehirler, ortamlar…
Hepsi için, bizim dilimizin konuşulduğu ve konuşulmadığı yerler var.
Bizim dilimizin konuşulduğu yerlerde, daha ilk girişte evde gibi hissediyoruz. Kişilerle henüz yeni tanışıyor olsak da ortak bir dil konuşuyor olduğumuzu sanki gizliden gizliye biliyoruz. Sohbet akıyor, sözcükler benzeşiyor. Ortam yeni olsa da yabancı gelmiyor. Ve bu böyle devam ettiğinde, hayatımıza müthiş bir hediye dahil olmuş oluyor.
Yeni bir ortamda veya yeni bir kişiyle bu denli tanıdık hissetmek insana müthiş bir enerji veriyor, durup dururken kendine ev gibi hissettiren yeni bir yer ya da insan bulmak kuşkusuz büyük bir şans.
Bu duyguyu en son iki hafta önce, tatilde yaşadım. Tatil köylerinden ve tatilin bu paket halinden hiç hoşlanmayan biri olarak, bir haftalığına tatil köyüne gidecek olmanın huzursuzluğuyla adım attığım, ilk kez gittiğim tatil köyünde birden eve gelmiş gibi hissettim. Üstelik, dilini hiç konuşamadığım bir ülkenin insanlarının arasında.
Böyle hissettiren şeyin ne olduğu birkaç gün sonra aşikâr oldu:
Ortam sessizdi. Hem de çıt çıkmayacak kadar sessiz. Herkes huzurlu, mutlu hatta epey neşeli şekilde tatil yapıyor ama bunu bağırıp çağırarak kutlamıyordu. Sessizlik beni hayatta en çok dinlendiren şey. Böylece daha tatilin ikinci gününde sanki iki haftadır tatildeymişim kadar dinlenmiş hissettim.
İkincisi, insanlar mutlu ve insan odaklıydı. Herkes birbirine karşı saygılı ve sevgi doluydu. Ortak dili konuşamayan nadir kişilerden biri olarak herkesle gözleriyle selamlaşan ben dahi oradaki bu kültürü hissetmekte zorlanmadım. (Şehre dönünce herkesin yanındakini görmezden geldiği kültüre geri alışmam uzun sürdü.)
Böylece orada konuşulan dili bilmiyor olmak beni hiç rahatsız etmemeye başladı, çünkü konu hangi dili değil hangi diller üstü insani dili konuştuğumuzdu.
Çekinmeyip, tek kelime anlamadan spor derslerine bile katıldım, zaten hareketleri görerek yapabiliyordum. Hocanın espri yaptığı ve tüm katılımcıların güldüğü zamanlarda ise ben de bir gülümseme takındım :)
Ancak hayat tabii her zaman bu kadar şanslı akmıyor. Birkaç yıl önce, bunun tam tersinin ne demek olduğunu da çok sert bir şekilde yaşamıştım. Bu kez şehirde, işle ilgili bir durumdu. İşle ilgili gittiğim bir ofise gittiğim anda, kendimi kaybolmuş hissetmiştim. Sanki ortam bana ait değildi, ben oraya çok komik kaçmıştım. Giydiğim kıyafet, yürüyüşüm, hareketlerim bile sanki yanlış ve uyumsuzmuş gibi hissediyordum. Nitekim ne yazık ki hislerim doğru çıktı. Sonraki günlerde işler daha da kötüye gitti. Konuştuğumda kendimi anlatamıyordum, başkalarının konuştuklarını içselleştiremiyordum. Hiç görmediğim bir kültürün içinde debeleniyordum. Bana göre orası uçuk derecede garip bir yerdi, onlara göre de ben uzaylı gibi bir şeydim. Yaptığım espriler dahi anlaşılmıyor, ben de onların neye neden güldüklerini kavrayamıyordum. Korkularımız, özlemlerimiz, tutkularımız bambaşkaydı. Bu deneyimin belki bir gün düzelebileceğine gereğinden bile fazla zaman vererek bekledim ve işler her gün daha kötüye gitti. Birbirimize ayrı dünyaların insanları kadar uzak olduğumuz için sorunları birlikte çözemiyor, empati de kuramıyor, yeni güzel şeyler de yapamıyorduk. Ayaklarımın daha ilk girişimde geri geri gittiği, ruhumun kapıdan girdiğim an bana HAYIR! Diye bağırdığı bu yerden çıktığımda ise, üzerimde aylardır taşıdığım ağır bir kostümü sonunda parti bitip çıkarmışım gibi hissetmiştim.
Bazen adapte olmanın en büyük erdem olduğunu düşünüp, olmayacak ortam, iş, kişilerle uyumlanmaya çalışıyoruz. Bunu ben de yaptım. Oysa herkesle ve her yerle uyumlanabilmek ne bir marifet ne de bir hedef. Zaten bu derece zorlandığımız ilişkilerden kimseye hayır da gelmiyor.
Marifet, ortak bir dil bulabildiğimiz kişi ve yerlerin değerini anlayabilmekte. Çünkü bu şanslı deneyim bazen üst üste tekrarlanabiliyor ve o zaman bunun normal olduğunu sanıp kanıksayabiliyoruz. Halbuki her bulunduğunda kutlanması gereken bir şans, kabilemizden birilerine rastlama hali.
Üstelik, bana göre, kriter de tanımıyor.
Kâğıt üstünde çok iyi anlaşacağımızı düşündüğümüz kişiler, kâğıt üstündeki tüm özellikleri mükemmel olan bir mekan, etkinlik vb. yüz yüze gelince bambaşka olabiliyor.
Geriye dönüp baktığımda kendime iki öğüt verirdim:
Aynı dili konuşmadığını baştan hissettiğin hiçbir ilişki ve durumu zorlama, belli ki birbirinize iyi gelmeyeceksiniz, hemen uzaklaş ve bırak herkes kendi kabilesinden olanı bulsun.
Ve aynı dili konuştuğun bir kişiyi, yeri, kültürü bulunca onun değerinin çok ama çok yüksek olduğunu bil, sımsıkı sarıl. Bunun sıra dışı olduğunu ve bir hediye olduğunu kendine hatırlat.
Sizin kabilenizde kimler var?
Birkaç ek not
Bir tatil arasından sonra yeniden yazılara döndüğüm için mutluyum. Blogu da sizinle yazılar üzerine yazışmayı da çok özledim. Ancak yaz döneminde yazıları biraz daha uzun aralıklarla yazmaya devam edeceğim, yaz dinlenmesi kapsamında işleri biraz yavaştan almak her zaman iyi geliyor.
Bu sırada, Affedersiniz İçedönük Storytel’de bol bol dinlenmeye devam ediyor. Eğer okumaktan ziyade dinlemeyi tercih eden ve kitaplarla henüz tanışmamış olanlardansanız, buradan dinleyebileceğinizi hatırlatayım.
Bir de yazlık mekanlardan gelen Affedersiniz İçedönük fotoğrafları var ki bayılıyorum, anlaşılan birçok kişinin tatil kitabı olmuş. Ben de, tatilde gittiğim yerlerde birkaç otel – kitabevine birer Affedersiniz İçedönük bıraktım, belki rast gelirsiniz :)
Yazın tadını, gönlünüzün onayladığı kabilenizle doyasıya çıkarmanız dileğiyle!