"Ben böyleyim" demenin tehlikesi
Kendinize koyduğunuz sınırlara tekrar bakmaya cesaretiniz var mı?
Geçtiğimiz Pazartesi, en son 11 yaşındayken oturduğum ilkokul sıralarına tekrar döndüm. Bütün bir gün boyunca, bir ilkokul 4 sınıfında oturdum ve olanları izledim.
Sene sonu yaklaştığı için dersler hafiflemiş, yaramazlık ve sohbet artmış durumdaydı. Genel olarak sınıfın ruh hali eğlenceli, mutlu, keyifliydi. Fırsat buldukça birbirleriyle konuşuyor, espriler yapıyor, şakalaşıyorlardı. Gizlice tahtaya kalkmaya çalışıyor, bazen öğretmeni lafını bölerek kızdırıyor, bazen kendi aralarında fısır fısır konuşup gülüyorlardı.
Bu haldeki bir sınıfı izlerken birden içime bir sıkıntı bastı. Nedenini ise kısa süre sonra anladım, bu tam olarak 11 yaşındaki Gözde’nin, içinde bulunduğu sınıfı gözlemlerken duyduğu histi: Herkesin “doğal olarak” nasıl eğlendiğine, iletişim kurduğuna, şakalaştığına hüzünle ve özenerek bakmak.
Herkes için bu kadar kolay ve doğal olan, dolayısıyla neşe veren o sürekli sosyallik hali, o zamanki Gözde için bir ütopyaydı. Hep yine şimdi bu sırada oturduğumda yaptığım gibi uzaktan bu birbiriyle çok iyi anlaşan kalabalığı izleyip, bir tek kendimi gereğinden fazla sessiz ve uzak bulurdum.
Bu konuya o kadar kafayı takmıştım ki, her gün sınıfta yaşadığım onlarca küçük deneyim, bana kendimle ilgili o yaşlarda edindiğim tek bir inancı tekrar edip duruyordu: “Sen sessiz ve silik birisin, ve hep öyle kalacaksın. Onların dilini asla öğrenemeyeceksin.”
Tam o sırada, saatlerdir sınıfta olmama rağmen ancak o zaman gözüme ilişen, en arka sıradaki kızı fark ettim. Sadece ama sadece o, diyaloglardan şakalardan ve ortak eğlenceden uzaktı, sınıfın en arkasına kendini saklamıştı ve önündeki deftere gömülmüştü. Dersi dinliyor ve aralarda fırsat buldukça önündeki deftere resim yapıyordu. Etraftaki kalabalık gürültü ve durmadan devam eden aksiyona yabancı gözlerle, yeni geldiği bir ülkede turistmiş gibi bakıyordu.
O an gidip ona sarılmak istedim. O benim küçüklüğüme çok benziyordu.
Ve sonra onun için içimden bir dilek geçti:
“İnşallah, ben böyleyim, demiyorsundur küçük kız…”
Ben böyleyim demenin tehlikesi
“Ben böyleyim” demek, insanın hayatını değiştirir. Benim yaptığım gibi küçük yaşlarda, küçük sosyal denemelerle, kendisinin geri planda ve sessiz, pek görülmeyen biri olduğuna inanmak, sonraki yıllarda yapılacak seçimlerin de temeli olur.
Ben kendim için verimsiz bir karar vermiştim: Bu sessiz, çekingen, görünmez halimle, hayal ettiğim işleri yapmam, herhangi bir ortamda sesi çıkan, dinlenen bir arkadaş olmam imkansızdı. Ben de öyleyse hayatımı mümkün olduğunca göze batmayacak şekilde planlamalıydım: sessiz, sakin ve geri planda.
İlkokul sıralarında otururken defalarca görünmez olmayı diledim: Görünmez olayım ve öğretmen beni tahtaya kaldırmasın, görünmez olayım ve teneffüste herkes çıkınca sınıfta kalabileyim, görünmez olayım ve oyunlara beni dahil etmeyi unuttukları belli olmasın.
Çünkü “ben böyleyim” yaftasını tamamen kabullenmiş durumdaydım.
Aslında “ben böyleyim” demek, kendini olduğu gibi kabullenmek anlamına geldiğinde sağlıklı bir baz olabilir. Fakat ben yanlış versiyondaydım.
Kendini kabul eden “ben böyleyim”, kendini reddeden “ben böyleyim”e karşı
Aradan geçen uzun yıllar sonra, duyduğum sessizlik ihtiyacının, enerjimin sosyallikle çabuk tükenmesinin, teneffüslerde sınıfta kalmak istememin, aslında insan ilişkilerine çok heves edip de gruplarla iletişim kurmakta zorlanmamın içe dönük olmamdan kaynaklandığını fark ettim. Bu büyük bir adımdı çünkü bu bana başka bir “ben böyleyim” getirdi:
“Peki, ben böyleyim. Mola ihtiyacım daha fazla, yalnız kalma ihtiyacım daha fazla. İnsanlarla kalabalık gruplar halinde değil birebir ilişki kurduğumda daha rahatım. Kendi kabuğuma çekilip sakinleşmem gerekiyor. Diğerleri kadar uzun süre sosyalliğin gazına basamam. PEKİ, tüm bunlarla nasıl en güzel hayatı inşa edebilirim?”
İşte bu, sonunda kendini kabul eden bir “ben böyleyim”di. Yıllarca neden daha sosyal ve popüler, daha enerjik ve görünür, daha derse katılımcı ve atak olmadığımla savaşıp durmuştum. Oysa benim için yeni bir pencere açılıyordu: Artık elimdeki ben’le saklanmak yerine ilerlemek istediğime karar vermiştim.
Zehir sandığın şeyi yakıta dönüştürmek
İçe dönüklüğümü fark ettiğimde ilk yaptığım, bu konuyla ilgili kaynaklar aramaya başlamak oldu. Sürekli okuyordum. İçe dönükler, aynı benim gibi, enerjilerini bol bol yalnız kalarak şarj etme ihtiyacı duyan, derin düşüncelere dalan, hayaller kuran, kafasının içinde yaşamayı seven, sosyal ortamlarda pili çabuk biten insanlardı. Kendi halimin kitaplarda tanındığını görmek, yalnız olmadığımı bilmek çok rahatlatıcıydı. Fakat beni rahatsız eden başka bir şey vardı:
İçe dönüklere, böyle oldukları için önerilen hayat seçenekleri.
İçe dönükler, böyle oldukları için sessiz sakin, tek başına yapabilecekleri, bol bol tek başlarına kalabilecekleri işler seçebilir; sadece birkaç yakın arkadaşlarıyla görüşmeyi tercih edebilir, sakin sessiz bir hayat kurabilirdi. Kitaplar hep bunları öneriyordu.
Yani madem ben böyleydim, o zaman hayat pastasından benim için ayrılan dilim buydu. Öyle mi?
Bu net önerilerin ve sonunda bana özel bir yol bulmuş olmanın rahatlatıcı gelmesi gerekirken, tüm bu önerilerin beni feci rahatsız ettiğini fark ettim.
Çünkü ben sırf bir içe dönük olduğum için kıyıda köşede, ortalama bir hayat yaşamaya razı gelmek istemiyordum. İnsanlarla, o sınıftaki çocukların 10 yaşında doğal olarak yaptığı gibi kaynaşabilmek, sosyalleşebilmek, dolu dolu gülebilmek, geniş bir çevreye sahip olabilmek, etkili ve baskın işler yapabilmek istiyordum.
Tam da o zaman, o güne kadar zehir gibi gördüğüm bu içe dönüklük halimi, yakıt olarak kullanmaya karar verdim.
İçe dönükler için önerilerin bu sessiz kıyıda köşede ve hayatın kenarından geçip gitmeli yaşam önerilerini bir kenara atıp kendime şöyle dedim:
“Ben böyleyim. Öyleyse hayallerime herkesin versiyonuyla değil, kendi versiyonumla ulaşırım.”
Ve bu bakış açısıyla, o güne kadar kendime yapıştırdığım ve “sen ancak bu kadar yaparsın” diye kendimi limitlediğim yaftaları rafa kaldırdım.
Değişim, etiketi kaldırmakla başlıyor
O ilkokul sıralarına bakarken, o arka sıradaki kızı gözlemlerken hep bunu diledim bu yüzden:
“İnşallah yanlış anlamıyla ben böyleyim demiyordur. Kendini gerçekleştirecek sessiz sakin ve pek bir şey yapamayacağı bir hayata hazırlanmıyordur. İnşallah, böyle olmasını yakıt olarak kullanarak gidebileceği yerlerin ne kadar geniş, yapabileceklerinin ne kadar fazla olduğunu fark eder.”
Şimdi aynı dileği böyle hissediyorsanız sizin için de diliyorum.
Kendinize çok ama çok uzun zaman önce “ben böyleyim” diye yapıştırdığınız etiketler ve bununla bağlantılı olarak peşinen kabullendiğiniz limitler olabilir. O kadar ki artık otopilotta bu inançlarınızı her gün yaşıyorsunuzdur; “Canım ben nereden onu yapacağım… Şu bana göre değil… Ben bunu beceremem ki… Aman başkaları yapsın ben ne bilirim…”leri dilinize dolamışsınızdır. Kendinize yapıştırdığınız etiketleri yeniden düşünmek, çok uzun zaman önce kendinizle ilgili değişmez olarak benimsediğiniz o özelliklere dönüp tekrar bakmak, özgürleştirici ve hayatınızı zenginleştirici olabilir.
Gerçekten de “böyle” olabilirsiniz, ama olduğunuz kişiyi değiştirmeden, kendinize sırf böyle olduğunuz için layık gördüğünüz limitli hayatın sınırlarını yine siz açabilirsiniz.
Kendinize “böyle” olduğunuz için koyduğunuz tüm sınırların, “böyle olarak yola çıkıyorum” pasaportuyla üstünden atlayabilirsiniz.
Etiketi kaldırdığınızda, hayatın açık büfesindeki tüm büfeler bir anda size erişilebilir hale gelir.
Öyleyse bugüne, neler için kendinize ezbere “Ben böyleyim.” dediğinizi düşünerek başlamak ister misiniz?
Evet, ben böyleyim değil de, başlangıcım böyle diyebiliriz. Bu bizi mahkumiyetten özgürlüğe taşıyor.