Fikirlere bayılırım. Okumayı, bir kitabın içine dalmayı, kendi hayal dünyama gömülmeyi ve düşüncelerde kaybolmayı çok severim. Diğer tutkum da boş bir sayfada kelimelerle oynamak, düşünceleri sıra sıra dizip onları yazıya dökmek.
Aslında hayatımın büyük bir kısmında boş vakitlerimi tamamen bu şekilde geçirdim; mümkünse kimseyle konuşmayacağım, kimsenin de benle konuşmaya yeltenmeyeceği sakin bir yer bulup, orada bir kitaba dalarak veya bilgisayarımla yazı yazarak. Fakat elbette hikâye burada bitmiyor:
Yolculuklarımızı özgün kılanın, birbiriyle çelişen isteklerimiz ve hayallerimiz olduğunu düşünüyorum.
Yukarıdaki kısım iyi güzel; beni bir odaya kitaplar ve bir bilgisayarla kapatabilir ve bir yıl sonra enerji dolu, mutluluktan başı dönmüş bir halde geri alabilirsiniz. Fakat, tabii hikâyenin zorlaşması için her filmde olduğu gibi, bu gerçeklikle çelişen bir hayal daha sahneye çıkıyor:
Bağlantı kurma ihtiyacı.
İnsanları çok severim. İnsanlarla konuşmaya, yeni kişilerle tanışmaya bayılırım. İki insan arasındaki enerji alışverişini çok güçlendirici bulurum, ve bana göre insanlarla olmak mutluluktur. Fakat bu kısım için çok sınırlı bir enerjim olduğunu biliyorum; sosyalleşmek beni, çevremdeki birçok kişiden daha hızlı tüketir ve hemen ardından uzun bir arınma – tek başıma kalma ritüeline dönmem gerekir.
Yalnız kalmaya bayılmak ve insanlarla olmaya bayılmak.
Bu çelişkili iki tutku, bana hayatımda gümüş tepside sunulmuş gizemli bir hediye gibi; her seçim anı benim için bu iki kişiden hangisine oy vereceğime karar verdiğim bir ana dönüşüyor. Bir çoğumuza olduğu gibi. Her bir seçim anında, genellikle birbiriyle çelişen iki hayalimizden birine oy veriyor, öbürüne küme düşürüyoruz. James Clear’ın çok güzel ifade ettiği gibi;
“Yaptığınız her bir hareket, olmak istediğiniz kişiye verdiğiniz bir oydur.”
James Clear
Uzun yıllar boyunca, bu iki tutkumun arasındaki uçurum bana, diğer herkes gibi tek bir hayale koşma yetkinliğinden uzak olduğumu ima etti. Birçok öğretide bize “hayal” tekil olarak pazarlanır: Bir hayalin vardır ve onun peşinden gidersin. Peki ya iki hayalin varsa? Bu konuda pek yol gösteren kaynak yoktur, iki hayalin varsa genelde salık verilen “asıl, gerçek” olan hayalini bulup sonra onun peşinden gitmektir.
Oysa birbiriyle çelişen iki hayalin dengelenebileceği bir yer var:
Kontrolünü elimize aldığımız ve kendimize göre tasarladığımız, özgün bir hayat.
Kendimize dayattığımız “tek hayalin peşinden koşma” miti yüzünden, çoğumuz bir yanımızı canlı canlı gömüp, yaşama şansı verdiğimiz diğer yanımızı olabildiğince yücelterek kendimizi kandırmaya çalışıyoruz. Hayallerimizden tek birine şans verip, diğerini yok ederek, tutarlı, olması gerektiği gibi birine dönüştüğümüzü zannediyoruz. Sonuçta insanın belli bir yaşa kadar birçok hayali olabilir ama artık bir yetişkin olduğunda, bir tek hayalin peşinden gitmeye karar vermelidir, diye düşünüyoruz.
Ben de uzun süre böyle düşündüm. Çünkü bu “düşüncelere dalan hayali yanım” ve “insanlarla olmayı seven yanım” hep kol kolaydılar. Çocukluğumdan beri anlamlandırmanın çok zor olduğu bir ikilemdi benim için.
İki tarafa da yüzde yüz ait olmak istemiyordum. Çocukken bir arkadaşım “Bence sen çok entel biri olacaksın.” dediğinde ona küsmüştüm. Çünkü entel biri insanlardan kendini soyutlamış, kendini okumaya yazmaya vermiş biriydi ve hayır, asla öyle soyutlanmış biri olmak istemiyordum.
Öte yandan insanlarla olmayı çok seven yanım için bu sevda uzun süremiyordu, sosyal ortamlar beni çok çabuk tüketiyordu. Örneğin büyük bir şirkette staj yapmaya başladığımda, en büyük farkındalığım kesinlikle büyük bir şirkette çalışamayacağım yönündeydi: Gizli gizli molalar verip yazı yazıyor, bilgisayarımı ya da kitabımı alıp en küçük fırsatta bir yere saklanıyordum.
Hep bir gün gelip, herkes gibi benim de bir yola kanalize olabileceğimi düşündüm. Sonunda büyük bir şirkete girecek ve bu düşüncelere dalan yanımın çocuksu olduğuna karar verip onunla plazanın kapısında vedalaşacaktım. Ya da, kendimi yazmaya, okumaya adayıp, insanlarla uzun zaman geçirmek gereken, sosyalliğin ön planda olduğu işlere veda edecektim.
Aslında hikâye böyle bir seçim anıyla bitse hayat benim için epey kolaylaşmış olabilirdi. Ama öyle olmadı.
Biri entelektüel, biri sosyal iki çocuğumu da iki kolumun altına alarak yürümeye karar verdim. Yaşım 40’a yaklaşırken hala ikisiyle birlikte yürüyorum. Birbiriyle çelişen hayallerin ikisinin de peşini bırakmamak yorucu olduğu kadar zenginleştirici, özgünleştirici ve besleyici.
Hayallerimin hiçbirini seçemeyeceğimi, birini diğerine tercih edemeyeceğimi anladığım zamandan beri, bir günüm bu kendi düşünce dünyasına kaçan ve insanlarla olmayı seven sosyal haline geri dönen iki taraf arasında mekik dokuyarak geçiyor.
Artık bunun bir ikilik olmadığını, tam tersi bir denge oyunu olduğunu düşünüyorum.
İçimdeki iki hayalden birini seçmediğim için, sadece birinin sesini açıp diğerininkini kısmadığım için mutluyum. Çünkü yoksa ben olamayacaktım. Sadece bir tarafa ait biriymiş gibi davranan, rol yapan biri olacaktım. Bir sosyal kelebek olmadığım gibi etrafına duvarlar örmüş bir entelektüel de değildim ve eğer şansı %100 bir tarafa verseydim, kendi gerçekliğimi yaşayamayacaktım.
Bunu yazmak istememin sebebi ise, şaşırtıcı derecede, sandığımızdan çok daha fazla kişinin, hatta büyük çoğunluğumuzun böyle olması. Çoğumuz, dışarıdan bakınca düz bir patikada yürür gibi gözükürken aslında içimizdeki birbiriyle çelişen hayallerle mücadele eder durumdayız. Hep sanki birini, tek bir yolu seçmek, tek bir kişi olmak, tek bir tanımlı yolda yürümek zorunda gibi hissediyoruz. Bu baskı da bizi sıkıştırıp, ikili yollardan tekli yollara düşmeye zorluyor. Aslında zorunlu değil. Hem o, hem bu olabilir, içimizdeki birbirine benzemeyen iki kardeşi yaşatabiliriz.
Özgünlük, tam da buradan, içimizde birbiriyle çelişen hayallerin ikisinin de sesini kısmamayı seçmekten kaynaklanıyor. Karışık bir paket olduğunu kabul etmekten ve içindeki çelişen iki hayali de kucaklayıp, ikisine de yer açmaktan.
Bir haber: Kitap geliyor!
Yukarıdaki yazıyla bağlantılı olarak, bu hafta benim için hayati bir dönüm noktasıydı.
Çocukluğumdan beri, okumaya ve yazmaya aşık tarafımın en büyük hayali kitap yazmaktı. Aslında bir kitap değil, kitaplar yazmak, yazar olmak.
Bu hafta bu yolculuğun ilk adımı için imza attım ve son 1,5 yılda yazıp bitirdiğim ilk kitabım için, Doğan Kitap ile sözleşme imzaladım.
Çok sorulan bir soru, bu blogdaki yazılarımı kitaba dökecek miyim ile ilgili, belki bir gün o da olur ama bu kitap buradaki yazılardan oluşmuyor. Burada yazı olabilecek bir konunun, oldukça uzun bir makaleye dönüşmüş hali gibi düşünebilirsiniz. Konusunu şimdilik saklı tutarak sürpriz yapma hakkımı korumak istiyorum. Elbette yine psikoloji ekseninde. Elbette yine hizmet ettiği büyük amaç, özgün yanınızı kucaklamanıza destek olmak olacak.
Bir yandan insanlarla iç içe olmanın benim için anlam bulduğu pazarlama kariyerimin 15. yılına girerken, diğer yandan o tek başına bilgisayarına gömülen entelektüel yanımın hayalini gerçekleştirdiğim için mutluyum.
Gündüzleri profesyonel bir çalışan, sabaha karşıları yazar olarak yaşadığım bu ikili hayat, konuştukça görüyorum ki çoğu kişiye, yabana attıkları “diğer yanları”nı sandıktan çıkarmak için ilham veriyor, vermeli de. Bugün için özgürleştirici bir geçrek şu:
Bir hayal seçmek zorunda değilsiniz.
Yeterince seviyorsanız,iki hayalinizi de, birbiriyle çelişkili görünseler de kucaklayıp ilerleyebilirsiniz.
Bazen kararsız biri gibi, bazen “sürekli bir şeyler yapan” gereğinden fazla aktif biri gibi görünebilirsiniz. Ama sonuçta bu sizin hayatınız, istediğiniz kadar hayale yer açmak da sizin hakkınız.
Bugün içimdeki o yazan çizen, kendini hayattan soyutlamış, kelimelere boğulmuş çocuk bana teşekkür ediyor, boynuma atlayıp beni öpmelere doyamıyor. Onu küçümsemediğim, terk etmediğim, “hadi artık büyüdün, hayatın gerçeklerine dönelim, işimiz gücümüz var, ne yazı yazması” demediğim için minnettar.
Sizin hangi yanınız, mevcut hayatınızla tezat görünse de sandıktan çıkmak ve hayatınıza dahil olmak için can atıyor?
Bu sabah yazınızı okumak harika! Bir kendimi tasdik ve şahitlik ihtiyacına bonkörce karşılık gibi🌸🌸