Bu hep böyle mi sürüp gidecek?
Anladım bu hayat bize artık hiç gülmeyecek.
Biraz acı, biraz rakı, böyle sürüp gidecek.
Biraz hüzün, biraz üzüm, böyle sona erecek.
Ayrılık Treni – Ezgi’nin Günlüğü
Depresif şarkıları sevmem. Ama insan bazen gerçekten de ‘‘hep aynı’’lar köşesine sıkışmış hisseder bunu bilirim.
Hayat boyu rutinden nefret eden biri oldum, ergenlik günlüklerimin tamamı, okulun her gün aynı saatler arasında aynı yerde bulunmayı gerektirdiği için ne kadar korkunç bir sistem olduğuna dair görüşlerimle dolu.
Tabii işin bir de daha acı yanı var, insan bazen sıkıcı ama güvenli rutinlere değil de, dertlerinden hiç kurtulamayacağına dair çaresiz hissettiği bir ruh haline sıkışır.
Sebep ne olursa olsun, tam olarak şöyle bir anda çöker kara bulutlar üstüne;
Yıllardır hep yürüdüğün bir caddede yürüyorsundur.
Gözüne istemsizce, yıllardır orada olan şeyler takılır; aynı doktorun tabelası, aynı kuruyemişçi vitrini, aynı otoparkın ‘‘Misafirler park edemez.’’ uyarısı. Birden içini büyük bir sıkıntı kaplar ‘‘Bu mu hepsi? Hep böyle kalacak.’’ dersin. Sanki o tabelalar, vitrinler dev olup seni yutmak üzeredirler.
Hayat akmaktadır ama sen hep aynı şeylerin içinde dolaşıp duruyorsundur, bir tek senin hayatın dondurulmuştur. Acılarıyla, zorluklarıyla, iyi ama sıkıcı olan yanlarıyla kalıplaşmış bir beton gibi hissettirir.
İşte böyle anlarda insan şunu hatırlamalı; hayır böyle kalmayacak, değişecek.
Ama, neden biliyor musun?
Çünkü sen sürekli değişeceksin, bakış açın sürekli yenilenecek. Ömür billah orada kalacak o kuruyemişçi ve o doktor da hep orada olacak belki ama, yaşadıkların seni dönüştürecek.
Bu yüzden bir gün sokağa çıktığında, yıllardır yürüdüğün o cadde gözüne bambaşka görünecek. Daha önce hiç bakmadığın bir yanını göreceksin her şeyin, daha önce hiç fark etmediğin detaylar takılacak gözüne.
Bizi boğulmuş hissettiren aslında her şeyin hep aynı olması değil.
Her aynı olan şeyin, gözümüze daima şimdi olduğu gibi görüneceği yanılgısı.
Öyle değil halbuki, dönem dönem ruhumuza güncellemeler yüklenecek. Bugün ruhumuzu daraltan bir durum yarın, hiçbir şey değişmemişken ‘‘Aman buna mı takılmışım?’’ kutusuna fırlatılacak.
Bugün çok önemsediğimiz bir amaç birden, ‘‘Ben bunun üstünden atladım ve büyüdüm, artık buna doğru koşmayacağım'!’’ dedirtecek.
Dedim ya, ben rutini hiç sevmem. Ondan bu ‘‘Hep böyle mi olacak?’’ duygusu beni sık sık ziyaret eder, hele ki hayati karar anlarında.
Üstüme kara bulutlar zimmetlenmiş gibi hissettiğim anlarda kendime hatırlartma olsun diye tekrarlarım:
Geçecek, ama dışarıdaki dünya değişeceği için değil, ben onun etrafında dönüp başka yönünü göreceğim için.
Geçecek, ama şimdiki aklımla ‘‘Ancak şu olursa mutlu olurum’’ dediğim ‘‘şu’’ bana geleceği için değil, artık onunla ilişkim dönüşeceği için.
Geçecek, ama illa ben kalkıp bir değişim yarattığım için değil, bazen değişim kendi kendine olacağı için.
Geçecek, ama şimdiki aklımla ‘‘Bu oyunu kazanmazsam yanarım.’’ diye düşündüğüm oyun, bir sonraki basamağımda bana artık anlamsız geleceği için.
Geçecek, ama katı bir ciddiyetle işleri yolunda koyduğumda değil, hafif bir kalple aynı işlere ‘‘Ee ne var yani?’’ diyerek bakabileceğim için.
Hoşçakal ‘Cadde’
Birkaç hafta sonra, doğduğumdan beri yani tam 37 yıldır yaşadığım mahalleden, Bağdat Caddesi’nden taşınmaya hazırlanıyorum. Mekanlara körü körüne bağlanan veya değişimlerde zorlanan biri değilim. Bu yüzden bu kararı bir çırpıda vermek zor olmadı. Fakat henüz gitmemiş olsam da, birkaç şeyi şimdiden fark ettirdi;
-İnsan mahallesine sanki yasal bir uyarı, üzerimize ‘‘Mücbir sebep olmadıkça bu kişi bu sokaklarda yaşar.’’ yazılmış gibi bağlanıyor. Başka yerlere taşınabileceğim birçok karar anında, dönüp dönüp burayı seçmişim hem de özellikle ve tekrar tekrar.
-Anadolu yakalı olmanın, ‘‘cadde’’de büyümüş olmanın gizli bir kulüp etkisi mutlaka var. ‘‘Nerelisin?’’ sohbetinde hemşehrilik doğuracak İstanbul haricinde bir memleketim yok. Ama, ‘‘Nerede oturuyorsun?’’ sorusuna Anadolu yakası hatta daha spesifik olarak Kızıltoprak – Bostancı arası bir cevap verenlerle sanki hemen aramıza Eros bir lokasyon aşkı oku atmış gibi oldu. İnsanlar memleketlisini istemese de kayırır, ben de mahallelimi.
-Buranın – Bağdat caddesi civarı mahallelerin, dinginlik ve samimiyetini kendime hep yakın buldum. Avrupa yakasına geçtiğim anda ‘‘Para burada kazanılır – büyük oyunlar burada oynanır.’’ hissini alırım hemen, bu da fena bir enerji değil. Ama benim içe dönük ruhuma, bizim buraların samimi, sıcak, aileyi önceliklendiren, küçük ama güvenli hayatı daima daha yakın gelmiştir. Avrupa yakası yerine Anadolu’yu tercih etmek benim için, girişimcilik yerine memuriyeti seçmek gibi.
-Ne yazık ki aynı kalmayanlardan biri buranın o ‘‘samimi’’ hali oldu. Son birkaç senedir, burnu havada gezen, yanından geçerken selam vermeyen, soğuk, kibirli bir hava oluşuverdi buralarda. Aslında bu tam da bu hafta yazacağım bir sonraki yazının konusu olacak. Eskiden sokağa adım attığım anda mahallede hissettiğim yerin şimdi böyle çakma bir plaza havasına bürünmesi kalbimi kırıyor.
Bu hislerle dün Bağdat Caddesi’nde bilmem kaç bininci kez aynı yollardan yürürken, o yollarda yürüyen ergen halimin, ne çok çözümsüz sorunu olduğunu düşündüğünü hatırladım.
Dünya ona bazen çok kararır, bazen çok korkuturdu. Cadde aynı cadde ama, yanından yürüyüp geçtiğim çocukluk – ilk gençlik korkularım şimdi nasıl unufak olmuşlar onu gördüm. Yanından geçerken başını şefkatle okşamak istedim o genç, tecrübesiz, bilinmezlikle kuşatılmış ve okulun rutininden sıkılmış halimin. Başına iyi kötü ne gelse o hep bana aynı soruyu sorup durdu: ‘‘Hep böyle mi olacak?’’ Artık cevabını biliyorum. Yeterince izlemeye sabrın varsa, ve korkup, bıkıp, isyan etmek yerine ‘‘Bakalım bugün ne olacak?’’ diye uyanırsan, emin ol sen 37 yıl aynı yerde yaşasan da film hep akacak, hiçbir şey aynı kalmayacak.
Sen aynı caddede dümdüz yürümeyi sürdürsen de yol seni otomatik olarak tepelere çıkaracak. O tepelerden bakınca bir bakacaksın manzara değişmiş. ‘‘Aa asıl mesele bu tepeden gördüğümmüş, önceki değil!’’ dediğin anda ise yol yokuş aşağı gidecek.
‘‘Gömüldüm buraya, bu çukurdan çıkış yok’’ diye kalbin sıkışırken bir bakacaksın hop başka bir tepedesin, daha önce hiç gözüne çarpmayan bir şey sana ‘‘Aradığın çözüm benim işte!’’ diye bağıracak.
Peki ya umutla dolmak yerine, baştaki şarkıdaki gibi bir karamsarlığı seçersen? ‘‘Hayır hayır, bu artık hep böyle gidecek.’’ diye bunalımına sımsıkı sarılmayı tercih edersen? O zaman hayat yine akacak, sen görmemek için ısrar etsen de taşıyacak seni tepelere. Küskün ve mutsuz kalmakta ısrarcıysan, sırf kendi gözündeki perde yüzünden kaçıracaksın eğlenceyi de, fırsatları da, ‘‘aynı’’ şeylerin nasıl ‘‘bambaşka’’ görünebileceği gerçeğini de.
Trenden karamsarlık durağında inme, karanlıkta yolculuk etmeye devam et. Bazen aşırı zor evet ama, pek yakında içindeki bir sonraki durak yüklenecek.