Dün akşamüstü tek başıma evden çıktığımda, çocukluğuma ışınlanmaya gidiyordum. Birlikte büyüdüğüm, 25 yıllık arkadaşım Zeynep ve onun ailesiyle, geleneksel bayram yemeğimizi yiyecektik. Aslında, onların geleneksel aile bayram yemeği ve her zaman benim de sofrada bir sandalyem olan, kendimi asla aile dışından biri gibi hissetmediğim o yemek.
Ortaokul yıllarımız Zeynep’le birbirimizin evinde kalarak, bütün gün okulda Zeynep’le konuşarak, birbirimize derste mektuplar, senaryolar yazarak, eve gidince de akşama kadar telefonda konuşarak geçti.
Bu kadar muhatap olmak bize az geldiği için, bir de Zeynep’in babası aile tatillerine beni de davet ederdi. Pamukkale’den, Antalya’dan, Kapadokya’ya ne çok yeri bu şekilde, birbirimizin öz kardeşiymiş gibi aile tatillerinde geçirdik.
Ben evlenirken, nikah şahidim Zeynep’in babası oldu, Zeynep de yanımda kesemi taşıyarak düğünde tüm masaları benimle gezdi.
Bütün bunların en kıymetli tortusu, benim kendi ailem haricinde bir ailem daha var olduğunu hissetmem oldu. Belki de tek çocukların yapabileceği en iyi şey, kan bağı olmayan kardeşlerini arayıp bulmak, ben de böyle yapmış oldum.
Dün, Zeyneplerle bayram yemeğine giderken, en çok da kendi çocukluğuma ışınlandığım için içim içime sığmıyordu.
Çocukluğuna ışınlanma ritüelleri
Kendime özgü olduğunu düşündüğüm ama sonra tesadüfen birkaç kişiden daha benzer versiyonlarını duyduğum bir ‘çocukluğuma ışınlanma’ ritüelim var.
Bir güne bebe bisküvisi ve süt yiyerek başlamak, sonra bir çocuk kitabı okumak ve ardından eski günlüklerime göz atmak, yeni bir günlük yazmak.
Çocukluğun güzel hatırlanan kısımları hepimiz için pamuklara sarılmış bir sığınak, ve orayı ziyaret etmek yaşsız bir ritüel.
En güzel yanı, böyle birkaç saat geçirirken insanın kendini güvende, hayatın büyük sorumluluklarından muaf, kalbinin en yumuşak yerine yakın hissetmesi. Kim ise o olmasına gönül rahatlığıyla izin vermesi ve sanki zaman durmuşçasına rahat olması.
Dün o yemeğe giderken de, bir baktım ben yine aynı ruh halindeyim. Yaşım bir anda 11’e inmiş, kuş gibi hafifim, neşeliyim ve çok rahatım. Birazdan o aile sofrasına oturacağım ve her şey yıllardır olduğu gibi olacak, Mehmet abi yine bizim babamız olacak, biz yine Zeynep’le, 40’a yaklaşıyor olsak da, o masanın ‘‘çocuk’’ları olacağız.
‘Bilmeme’nin büyüsünü kucaklamak
Zeynep’le yaşadığımız kilit anlar var. Bir tanesi benim, lise biterken yaşadığım dev kararsızlık. Babam modacı olmamı istiyor, çocukluğumdan beri beni buna motive etmeye çalışıyor.
Benim ise moda hayatta en son ilgimi çeken, en son yeteneğim olan konu. Resim derslerinde bile kendimi zorlayıp en fazla bunları çizebiliyorum: (4 yaş)
(Hala en fazla bunları çizebiliyorum.)
Fakat işte o zaman ‘‘bilmiyorum’’: İnsan ruhunda hiç olmayan bir işi, sırf bir imkanı var diye yapabilir mi? Babam beni Fransa’daki en iyi moda okuluna kaydettiriyor ve gitmemi istiyor. Benimse daha bir kumaş topu, bir elbise çizimi görünce ruhum daralıyor. Gitmeli miyim?
Benim hayalimde ise psikoloji okumak var. Ve bingo, hem Fransa’da, hem Türkiye’de psikoloji bölümünü kazanıyorum. Yine aynı soru, gitmeli miyim?
Ben bunları düşünürken, aramızda çizime müthiş yeteneği olan ve durmadan harika modeller çizen biri var, o da Zeynep. Ama onun planında moda okumak yok, ailesinin de böyle bir arzusu yok. Çizmeye devam etmeli mi? Mantığını mı dinlemeli?
Ne kadar çok şeyi bilmediğimizi ve bilmememizin sebebinin ‘‘küçük’’ olmamız olduğunu sandığımızı fark ediyorum.
Tabii insan yıllar geçince, bunun yaşla ilgisi olmadığını anlıyor. Bilinmeyene her zaman körüz, hep karanlıkta yürümek zorundayız ve tek pusulamız kalbimiz olabilir. Çocukluğun tek farkı, ‘‘Benim içimden gelen saçma olabilir mi?’’ şüphesine fazla kapılmak. Halbuki açık seçik geliyor içimizden soruların cevabı.
Dün sofrada yine, artık rayına girmiş gibi görünen hayatlarımızın ardında bir sürü de bilinmezlik konuşuyoruz. Ama artık bilinmezle oynamak konusunda tecrübeliyiz. Bir anlamda, artık çocukken olmaya çekindiğimiz çocuklar gibiyiz, bilinmezi top yapıp birbirimize atıp, gülüyoruz. Yeni olabilecek her şeyden bahsediyor ve neler olabileceği konusunu oyun hamuru gibi eğip büküyoruz güvenle.
Bugün için kendime, ‘‘hafifleten’’ bir yapılacaklar listesi
5 gün önce yeni bir siteye taşınmış olmak, oğlumun hayatında yaşadığı en büyülü deneyim olmuşa benziyor. Sabahları 7’de gözünü açıp ‘‘Hadi dışarı çıkalım!’’ diye uyanıyor. Dışarıda küçük bir bisikletle keşfedilecek kocaman bir dünya, gidilecek yeni yeni yollar, tanışılacak yeni arkadaşlar, oynanacak yeni oyunlar var. Keşfin verdiği coşku, evin içinde oturup yeni bir oyuncak hediye paketi açmanın birkaç dakikalık suni coşkusundan çok başka. İşin içine doğa ve insan ilişkileri girince keşif başka bir boyut alıyor.
Taşınmak onun için keyifken, benim için keyfin yanında büyük de bir ‘‘Yapılacaklar Listesi’’. Ama bugün, ben de kendime –meli –malı’lardan arınmış bir gün hediye ediyorum.
Yapılacaklar listemi bir kenara koyup, canım neyi keşfetmek isterse, ne oynamak isterse onunla ilgilenmek; hazır dün içimden çıkarıp sıkıca sarıldığım o kırılgan küçük kızla biraz daha vakit geçirmek istiyorum.
*Günlük yazmak: İçimdeki küçük kızla yeniden bağlanmanın bildiğim en harika bir yolu.
*Biraz nostaljiye kaçmak: Mesela benim için, küçük Gözde’nin favori filmi Alice Harikalar Diyarında’yı izlemek başka bir yolu.
*Rengarenk giyinmek: Neden olmasın? Modayı sevmiyorsak da renkleri severiz :)
*Hadi’lememek: Bir arkadaşımın oğlu, psikoloğuna ‘‘Annem bana sürekli hadi diyor ve biz hiç yaşamıyoruz.’’ demişti. Ben de sürekli hadi derim. Tüm anneler der bence. Çünkü çocuklar bizim gibi düşünmeden otomatik pilotta ayakkabılarını giymez, her ayakkabı giyişi bile doya doya yaşar. Bugün ben de ne oğluma, ne kendime Hadi’lemeyeceğim. Gerekirse evet, biraz geç de kalırız.
*Şimdi’de zıplamak: Birazdan ne yeneceğini, güneş çıkarsa yanıma krem alıp almadığımı, az sonra yola çıkacağımız için hazır olup olmadığımı planlamak yerine, bugün ben de anı yaşarım. Planlı anne’den, anı yaşayan Gözde’ye dönerim. Belki gideceğimiz ziyarette yanımızda birkaç eşya eksik olur, olsun. Bu da bizi sonraki maddeye götürür.
*Yoksa, var etmenin bir yoluna bakmak: Bir kere yanıma yedek kıyafet almadığım için oğluma kendi tişörtümü giydirmiştim, 2 yaşındaydı, kıvıra kıvıra bir şekle sokmuştuk ve bayılmıştı bu eğlenceye. Ben de bugün hayata böyle yaklaşırım. ‘Yeni eve alınacaklar listesi’nde hala alınmayanlar kalbimi sıkıştıracağına, bulurum birer komik çözüm. Neşeli olmak için her şeyin tam olmasını bekleyince, o neşe hiç gelmiyor zaten değil mi?
*Neden olmasın? demek: Hayallerimin önüne kurduğum büyük mantık ve çokbilmiş yetişkinlik bariyerini kaldırırım. Hayallerimin çok büyük, belki komik, biraz uçuk olmasına izin veririm. Hayal bile etmediğin ne, gerçeğe dönüşebilir?
Bugün hepimizin bayramı. Hepimizin içinde kısılmış sesini duyurmaya çalışan bir çocuk var. 12-13 yaşında katlayıp bavula koyduğumuz, ama aslında yaşayan biri o. Bir tek fermuarı açıp bavuldan çıkarmaya bakıyor. Biraz eğlenmek, bizi hafifletmek, aslında bu kadar kolay.
İçinizdeki çocukla ilgilenmenin güçlü ve şaşırtıcı derecede hızlı bir sonucu var:
Onunla ilgilendiğinizde, içinizdeki çocuk iyileşir.
Martha Beck
Bayıldım. Bu kadar mı güzel ifade edilir duygular, o yılların yakından bir tanığı olarak hepsine katılıyorum.
Güzel yazın ve akıcı üslubun için tebrik ediyor ve bana verdiğin değere de çok teşekkür ediyorum.
Nice başarılarına … 💐🥰