Eskiden ihtiyacın olan şeye, artık ihtiyacın olmayabilir
Not: Bu yazı, Noel Günlüğü filmiyle ilgili spoiler içerir.
Konu psikoloji ve pazarlama kitapları olduğunda size dünya çapında en iddialı, en ciddi, en ağır kitapları önerebileceğimin garantisini verebilirim.
Fakat konu filmler olduğunda, çok başka bir yerdeyim. Hayatım herkesin izlediği kült filmlere dair şu soruyla geçti:
‘Yok artık Gözde, bu filmi nasıl izlememiş olabilirsin?’
Sinema konusunda bir iddiam yok. Çünkü katarsisçi değilim, sırf başyapıt oldukları için beni beş duyumla dramaya gömülmeye zorlayan filmleri izlemeyi sevmiyorum. Filmlerden beklentim epey basit:
Güzel bir ortam, güzel insanlar, yüksek bir mod ve kafa yormayan, keyif veren bir konu. Evet, filmleri tamamen bu özellikleri için izliyorum.
Bununla aynı derecede romantik ve çocuksu yaklaştığım bir konu daha var: Yazın bitişinin benim için tek tesellisi, yılbaşının yaklaşıyor olması.
Çok delice gözükmeyecek olsa Eylül 1 olduğunda direkt yılbaşı ağacını kurup ışıklarını takacak noktadayım.
Bunu yapmıyorum ama bunun yerine her sene yaz biterken hemen Netflix’in, hepsinin konusu birbirine benzeyen, 4 yaşındaki oğlumun dahi rahatça anlayabildiği Noel filmlerini izlemeye başlarım. Bu yıl da ritüelde değişiklik yapmadım.
İlk düştüğüm film ise Noel Günlüğü oldu. 2022 yapımıymış, nasıl olduysa daha önce izlememişim.
Bu tip filmlerin sonu genelde 3. dakikasında tahmin edilir. Ancak nadiren olduğu gibi, bu filmin sonunda, bu tip bir filmden beklenmeyecek bir hatırlatma kucağıma düştü.
Ve çok hoşuma gitti, çünkü hem kendimden, hem koçlukta danışanlarımdan çok iyi biliyorum ki bu dersi kendimize sık sık hatırlatmamız gerekiyor: Eskiden ihtiyacımız olan şeye, artık ihtiyacımız olmayabilir.
Filmde, evlatlık olarak verildiği ailede büyümüş bir kadının; özgür ruhlu bir yazara âşık oluşuna şahit oluyoruz. Fakat bir sorun var, kadın bu sırada, son derece güvenilir biri olan, düzenli bir işi, sakin bir rutini olan biriyle nişanlı.
Nişanlısına âşık olmadığını görüyoruz, açıkça, bu bir mantık evliliği olacak.
Film ilerledikçe, kadınla yazar arasındaki aşk öyle aşikâr hale geliyor ki, nişanlısını terk edip yeni sevgilisini tercih edeceğine kesin gözüyle bakıyoruz. Fakat beklenmedik bir anda kadın, yazara, onunla olamayacağını, çünkü hayatta asıl ihtiyacının güven olduğunu, evlatlık verildiğini bildiği bir çocukluk boyunca ‘kesinlik’, ‘eminlik’, ‘güven’ duygularını temel alan bir hayat kuracağı konusunda kendine söz verdiğini anlatıyor.
Yazar ise çok ünlü, zengin, başına buyruk, arkadaşı bile olmayan, kendini dünyasının merkezi yapmış biri. Yani güven ve tahmin edilebilir bir rutinden epey uzakta bir karakter.
‘Bu yüzden’ diyor kadın, ‘ben yapamam.’ Filmdeki repliğiyle yer vereyim o diyaloğa:
-Bak, ben sonunda gerçekten güvenebileceğim bir şey buldum. Belki mükemmel değil, ama istediğim bu. İhtiyacım olan bu. Tamam mı? Bunu anlamanı istiyorum.
Yazarımız ise, hepimiz için hatırlatıcı olan o cümleyle cevap veriyor:
-Anlıyorum, hepsini anlıyorum ama, eskiden ihtiyacın olan şeye, artık ihtiyacın yok.
Eskiden ihtiyacın olan şeye, artık ihtiyacın yok
Bu çok tanıdık bir sahne değil mi? Çocukluğumuzda kendimize ‘şöyle’ olacağına söz verdiğimiz bir konuya, bir değere, sonrasında tekrar dönüp değerlendirmeden takılı kalabiliyoruz. Sanki o kendimize verdiğimiz bir namus sözüymüş gibi, kendimizin çocuk haline sadakat yarışına giriyor ve o değere bağlı kalmaya çalışıyoruz.
Oysa hatırlamak gerekiyor, bu eskimiş bir ihtiyaç olabilir.
Artık üstünden atladığımız bir ihtiyaç olabilir.
Çoktan yaraları kapanmış bir konu olabilir.
Bir yazıda okumuştum; ‘Çocukluk hayallerinize sadakat borcunuz yok.’diyordu yazar. Kabul etmesi zor, değil mi?
Bazen eski inançlar bizim yepyeni değerlerimizin savunduğu seçimleri yapmamıza engel oluyor.
Benim küflenmiş bir inancım: İyi bir iş, iyi bir ailenin katilidir
Kendi adıma üstünden atlamakla ilgili uzun zamandır çalıştığım –çalışmaya devam ettiğim- bir konu bu kült inanç. Çocuk Gözde’nin kendine defalarca yemin ettiği, yetişkin Gözde’ye çocukluktan beşik kertmesiyle armağan ettiği bir mesele:
‘İşte başarıya koşmak, aileyi yok eder.’
İşkolik bir babanın kızı olarak, kendime defalarca verdiğim bir söz bu: Ben babam gibi olmayacağım. İşi ailemin önüne koymayacağım. Daima aile öncelikli olacak. İş hep ikinci planda gelecek.
Böyle inançları hafife alabiliriz ama aslında hafif değillerdir. Büyük hayat seçimlerimizi belirler, çoktan köhneleşmiş bir ihtiyacı tatmin etmek uğruna, yeni tutkularımızı baltalayabilirler.
Yetişkin aklımla bu dengenin sağlanabileceğini, iyi bir aileyi sürdürmek için işi boş vermek ya da işte küçük oynamak gerekmediğini biliyorum.
Yine de bunu hayata geçirmek benim için tırmanılacak bir dağ. Ne zaman sorumluluk ve fırsatlar büyüse, içimdeki çocuk tir tir titremeye ve beni tehdit etmeye başlıyor: ‘Bu işe girişirsen oğlun hep seni özleyecek. Eşini hiç göremeyeceksin. Bağlarınız kopmaya başlayacak. Hadi sen küçük olan opsiyonu seç. Hadi, lütfen, ihtiyacın olan şey işi ikinci plana atmak ve iyi bir aileyi sürdürmek.’
Son kullanma tarihi geçen ihtiyaçları kontrol etmek
Böyle durumlar için, son kullanma tarihi geçen gıdaları elden geçirir gibi davranmak gerek. Bunun içimizdeki çocuğa ihanet değil, ona yetişkin gözüyle yardımcı olmak anlamına geldiğini kabul etmek gerek.
Filmdeki kadının başına gelen de tam olarak buydu: İçindeki çocuk, yetişkin gözüyle durumları değerlendirmeden, büyürken kime dönüştüğünü kale almadan ona sürekli aynı eski kuralını dayatıyordu: Güvenilir, tahmin edilebilir biriyle birlikte ol.
Oysa bu kadın –filmdeki duruşundan, kendisiyle ilişkisinden de gördüğümüz üzere- zaten özgüvenli, kendi hayatında güven ve mutluluk duygusunu kendi başına yerleştirebilmiş biriydi.
Yani artık kahramanımız korkak, güvensizlik hisseden, eminlik duygusu için dış bir kaynağa ihtiyaç duyan bir çocuk değil; kendine bir güven ortamı yaratabilmiş bir yetişkindi. Öyleyse neden eski bir ihtiyaçla hareket etsin?
Alışverişte ‘eskimiş ihtiyaçlar’
Bu duyguyu sıkça gözlemlediğim bir konu alışveriş.
Yıllarca büyük bir şeyi –spor araba, mücevher, lüks bir saat vb.- almak isteyip, sonunda o hayalin üstünden on yıllar geçtikten sonra, sırf çocukluk hayalini tatmin etmek için o satın almayı yapan ama bundan hiç umduğu tatmini yaşayamayan ne çok insan var.
Çünkü artık o derenin üstünden çok sular akmış durumda.
Sürekli güncelleniyoruz, yenileniyoruz ve ihtiyaçlarımız, isteklerimiz de bizimle birlikte yenileniyor.
Saplantılı bir şekilde bir hayale, bir duyguya takılı kalmadan önce sağlama yapmak gerek:
‘Buna (bu savunma mekanizmasına / bu seçime / bu alışverişe…) gerçekten şu anda ihtiyacım var mı?
Yoksa kendimin eski versiyonunun bir ihtiyacını mı tatmin etmeye çalışıyorum?’
Haftalık bültene ücretsiz abone olun
Mail gönderin: gozdeattila@gmail.com (Soyadım iki T, bir L ile, evet Attila İlhan gibi :)