Yaptıkların o kadar gürültülü konuşuyor ki söylediklerini duyamıyorum.
Ralph Waldo Emerson
Hayatımın uzun bir bölümünü, eğer konuşmazsam; sessiz ve çekingen kalır, ortamda kendimi belli edecek bir şey yapmazsam, görünmez olabileceğime inanmayı seçerek geçirdim.
Çok konforlu bir duyguydu.
Dış dünya ilgimi pek çekmiyordu.
İç dünyam çok zengindi, sanatla, kelimelerle, kitaplarla, müzikle doluydu ve orada yarattığım hayal dünyasından çıkıp dış dünyayla ilişki kurmak bana zahmetli geliyordu.
Giyinmek, nasıl göründüğümle uğraşmak da bir o kadar sıkıcıydı.
Giyinirken şöyle düşünürdüm “Gittiğim ortamda sırıtmayacak en sıradan ve normal şey nedir? Onu giyeyim.” Siyah pantolon – siyah kazak – siyah elbiselerle dolu bir gardırobum vardı.
Sistem iyi işliyordu.
Genelde ortamın fark edilmeyen, üzerinde durulmayan kişisi olmayı başarıyordum.
İç dünyamda hayaller kurduğum, kafamda senaryolar, şarkılar yazdığım hayatımı böylelikle rahatça devam ettirebiliyordum.
Tabii görünmez olmak bazı ortamlarda stratejik bir çaba gerektiriyordu, mesela okulda.
Dikkat çekmemek için sadece öylece durmak yetmezdi, böyle ortamlarda toplumun beklentisi neyse onu karşılıyor olmak, görünmez olma lüksünün ön koşuluydu.
Ben de öyle yapıyordum. Derslerim iyiydi, terbiyeli ve öğretmenlerin tabiriyle “hep yaşımdan daha olgun”dum. Hiçbir sıra dışılığım yoktu. En marjinal hamlem gizlice sınıfa kulaklıklarımı takıp müzik dinlemekti, arada kablom saçlarımın arasından gözüktüğünde yakalanıyordum. (Blueetooth teknolojisinin hayatımıza henüz girmediği yıllar, ah!)
Veli toplantılarında benim ailemin toplantıları hep çok kısa sürer, hızlı biterdi.
Annemle babamı gururlandıran toplantılar olurdu bunlar, çünkü hep “Gözde çok iyi, çok başarılı, çok olgun, çok terbiyeli.” gibi harika yorumlarla çabucak konu toparlanırdı.
İçten içe; çıkıntılıkları, yaramazlıkları, okula uygun olmasa da direttikleri orijinallikleri olan ve onlar hakkında toplantıda uzun uzun velileriyle konuşulan çocuklara özenirdim, ama sonuç değişmezdi. Ben uyumlu ve görünmez olmayı seçerdim, onlar ise içlerinden geleni bağıra bağıra, dış dünyaya duyura duyura, dikkatleri üzerine toplamak pahasına (hatta bundan hoşlanarak) hayata geçirirlerdi.
Böyle bir hayatı uzun süre sürdürmeyi başardıktan sonra yavaş yavaş görünür olmak, derken psikoloji okumak, üzerine görünürden öte, “çıplak” olmayı seçerek yazar olmak, bana hiç tahmin etmediğim bir uyanış yaşattı:
Sessiz ve görünmez olmayı umarak tepkisiz yaşayanlara sonradan dönüp baktığımda, epey görünür olduklarını fark ettim.
Umdukları gibi saklanamıyor, aksine bir bakışlarından; sıkılıyorlar mı, ortamı sevdiler mi, senin yanında olmaktan hoşnutlar mı, ele veriyorlardı.
Bunu keşfetmek müthiş bir utanç kaynağı oldu.
Sahiden, eskiden beni de, şimdi benim onları gördüğüm gibi birileri “görüyor” muydu?
Yakın hissettiğim bir öğretmenime bu soruyu sordum.
Bana, “Dış dünyadaki başarıyla ilgilenmeyen bir çocuktun. Yapabileceğin çoğu şeyi ısrarla yapmıyordun. En yetenekli olduğun konularda bile kendini geri çekiyordun.” dedi.
Tahminlerim doğru çıkmaya başlamıştı.
Öğretmenim kibardı, ama bu anlattıklarının daha dobra biri tarafından “Zaten yapmayacak, tembel – ilgisiz – hırssız – motivasyonsuz” olarak etiketlendiğini çok iyi biliyordum.
Okulda, iş dünyasında, sosyal hayatta bu etiketler üzerimize birkaç saniyede yapıştırılıyordu ve bunun sonucunda acımazsızca birçok oyundan geri bırakılıyorduk.
Psikoloji eğitimi, tecrübe ve uzun bir iş hayatı bana, kimsenin, en sessiz olanın bile kesinlikle görünür olmadığını gösterdi.
Herkes bizi görüyordu, çırılçıplak hem de. Hayat veya iş tecrübesi arttıkça, görücünün görüş kapasitesi de artıyordu.
Acı olan, “görünmediğimizi sanmak” sadece biz iç dünyasında saklanmaya bayılanlara özgü değil. Her yerde, birkaç taktikle kendini farklı gösterebileceğini sananlar var.
Şöyle ağır, böyle karizmatik, böyle yönetici gözükmek için nasıl davranacağını anlatan eğitimler var.
Aslında olduğu kişinin üzerine sünger çekip, bir koca sahte gülümsemeyle kendini bambaşka biri gibi gösterebileceğini düşünenler var.
Her seferinde düşüyoruz bu hataya. Kendi adıma, ne zaman böyle bir hataya düşsem, üzerimden aktığını hissediyorum.
Lastiği kopmuş bir ucuz karton maske gibi.
Peki biz mış gibi yaptığımızda dahi dışarıdan görünen çıplaklığımız konusunda ne bilmeliyiz?
1- Eğer “daha havalı, daha prestijli” görünmek için taktiksel bir şeyler yapmaya çalışıyorsanız, görülüyor.
En havalı bulduğunuz iş insanı kimdir? Sadeliği ve şeffaflığıyla, samimiyeti ve dürüstlüğüyle kendini olduğu gibi ortaya koyan değil mi?
Bu karizmanın ikamesi yok.
Fakat bu çok zor bir strateji.
Samimiyet ve şeffaflık, tutarlı bir dürüstlük, sizin içinizde bir “bütün” olmanızı gerektiriyor.
Böyle bir cesaret yoluna çıkmayıp, hafif uzak durarak, taktiksel cümleler kullanarak kendinize bir mevki yaratmaya çalıştığınızda, yaptığınızın gerçek değil taktiksel olduğu anlaşılıyor.
Özgünlüğün yarattığı manyetik alanın yakınından bile geçebilecek bir başarı formülü yok.
Ya çırılçıplak, tam ve bütün olacaksınız, ya da küçük taktiklerle biri gibi görünmeye çalışacak ama aslında seyircilerinizi aldatamayacaksınız.
2- İç dünyanızın zenginliği özgüvenle dışarı yansıttığınızda “orijinal ve ilgi çekici”, kendinizi kapadığınızda “sıkıcı ve asosyal” olarak yaftalanabiliyor.
Kendi içimde yazdığım senaryolar, makaleler, kitaplar, bestelediğim şarkılarla yıllarca yaşadım.
İnsanların yaratıcı işlere, sanatla ilgili her şeye ilgi duyduğumu bildiklerini, bu yüzden kimseyle konuşmadığımda, içime kapandığımda bunu sanatsal derinliğime atfedeceklerini umuyordum.
Öyle olmadı, öyle olmuyor.
İç dünyanızı dışarıyla buluşturacak cesaretiniz olmadığında, içinizdeki o müthiş yaratıcı fikirleri herkesten saklamış oluyorsunuz.
Üstelik soğuk ve ilgisiz görünüyorsunuz. Kimseyle bir şey paylaşmadığınız için, kimse sizin bu donuk görüntünüzün, iç dünyanızın kalabalıklığından kaynaklandığını varsaymıyor.
3- Sözsüz iletişiminiz yüksek sesle bağırıyor.
Beden dili, ses tonu ve mikro ifadeleriniz çoğu zaman gerçek hislerinizi ve niyetlerinizi söylediklerinizden daha fazla ortaya koyuyor. Bir anlık göz devirmeniz, bir anlık iç çekmeniz, koltukta oturuşunuz, hepsi seyircileriniz tarafından görülüyor, gözden kaçmıyor.
Bir mülakatta, işe ilgili ve sevecen görüşmek için abartılı bir rol takınıp, içten içe “Paraya ihtiyacım olmasa burada bir dakika durmam!” diye düşündüğünüz anlaşılıyor.
Bir etkinlikte “Sıkıntıdan patlıyorum ama kibarlık olsun diye havadan sudan sohbet eder gibi yapıyorum.” Hissiniz görülüyor.
Seyircilerinizin iki gözüyle bu detayları kaçırabilecek kişiler olduğunu umuyorsunuz, ama onların da sizin gibi 360 derece algıları açık kişiler olduklarını; hissetmekte, fark etmekte çok başarılı olduklarını unutuyorsunuz.
Peki bütün bu bilgilerle ne yapmalıyız?
Küçük taktiklerle, sahte gülümsemelerle kimseyi kandıramadığımızı özümsemeliyiz.
Şaşırtıcı bir şekilde, bugüne dek herkesten maskeyle saklayıp, eğer gösterirsek tuhaf algılanacağını sandığımız yanımızın aslında herkesin ilgisini çekecek asıl konu olduğunu anlamalıyız.
“İşteki ben” – “evdeki ben”, “anne halim” – “veli halim” gibi ayrımların olamayacağını, eğer farklı sosyal rollerimize farklı personalar yaratmaya çalışıyorsak bunun ancak kendi hayalimizde olduğunu fark etmeliyiz. Herkesin bizi daima bir bütün olarak gördüğünü idrak etmeliyiz.
İşte size “özgün yanınızı kucaklamak” için koca bir neden daha.
Saklandığınız kovuğun ardından artık çıkmak ister misiniz?
Özgünlük, her gün yaptığımız bir sizi seçimin birleşimidir.
Kendimizi göstermek ve görülmeyi seçmekle ilgilidir.
Dürüst olmayı seçmekle.
Gerçekte olduğumuz kişinin görünür kılmayı seçmekle ilgilidir.
Brené Brown
Etkinliklerde buluşalım!
İçedönüklük konusunda bugüne dek yapacağım en uzun ve kapsamlı eğitim başlıyor!
Açıkbeyin ekibiyle birlikte, 4 hafta boyunca içedönüklük konusunun derinliklerine ineceğiz.
Online olarak yapacağımız etkinliğin detaylarını buradan inceleyebilir ve bilet alabilirsiniz.
Networking deyince tüyleri diken diken olan içedönükler için geliyor: İçedönükler için networking!
Networking’in duayeni ve Affedersiniz İçedönük çıktığından beri birlikte çok çalıştığımız Erdal Uzunoğlu ile ilk etkinliğimizi gururla sunuyoruz! İçedönüklerin kabusu olan networking’e yeni bir bakış açısı getiriyor, size içedönük tarzınızı bozmadan, değiştirmeye çalışmadan networking’in en iyisi nasıl yapılır, anlatıyoruz!
23 Ocak’ta Han Spaces Levent’te yüz yüze etkiniliğimize bekliyoruz! Bilet almak için:
https://digitalnetworkalkas.com/event/icedonukler-icin-networking
“Artık yazmak istiyorum!” diyorsanız, tam size göre bir danışmanlık programı
Bir süredir uzun zamandır yazmak isteyen ama başlayamayan / başlayınca bırakan / yazıları yazan ama yayınlamaya cesaret edemeyenlerle “Artık yazmak istiyorum!” adlı danışmanlık programında birebir çalışıyoruz.
Tek seans veya dört seans olarak sunduğum danışmanlıkta, yazmakla ilgili iç bariyerleriniz üzerinde durmaktan, ilk yazınızı yayınlamanıza kadar farklı içsel ve yayınla iglili süreçlere eğiliyoruz. Blogunu açanları, ilk yazısını – yazılarını yayınlayanları şimdiden görmek harika bir deneyim. Eğer siz de böyle bir aşamadaysanız buradan danışmanlık programımın detaylarını inceleyebilirsiniz.