İnşallah kalbin hâlâ kırılıyordur
En iyi bildiğimiz şeylerden biri, kapılarımızı sıkıca kilitlemek.
Kalbimizi birkaç kez üst üste kırmış ne varsa ona karşı içimizde “GİRİLMEZ” tabelası koymak.
Kalp kırıklığı da diğer duygular gibi üzerinde uzmanlaşılabilen, derin bir duygu.
Birinci seviyede, yani ilk kalp kırıklıklarında, insan kalbini kıran ne varsa ondan ömür boyu uzaklaşmak istiyor. Kalbi bir kere fena kırıldı diye romantik ilişkilere tümden veda edenler var, bir kere reddedildi diye bir daha yeni arkadaşlıkların kapısını çalmayanlar, bir kere alay edildi diye bir daha topluluğun önünde konuşmaya çıkmayanlar.
Bir arkadaşımın annesine, iş hayatını neden genç yaşta bıraktığını sormuştum, “Yöneticim bana çok fena bağırdı, ben de o gün çalışmamaya karar verdim.” demişti. Bir kez kalp kırıklığının üstesinden gelmeye çalışmak hayatını nasıl da değiştirebilirdi halbuki.
Kalp kırıklığından kaçma çabası, radyasyondan koşarak kaçmaya benziyor biraz:
Kapıları kapatarak korunmaya çalışıyoruz.
Hayatımızdaki onlarca damarın birkaçını bilinçli olarak tıkayarak.
Duygularımızı küçümseyerek. Heyecanlarımızı yok sayarak.
Kalbimiz kırılmasın diye, bir zamanların coşku dolu duygularına küçümseyerek bakıyoruz ve hatta, duyguları küçümsemeyi yetişkin olmak sanıyoruz. “Hadi biraz büyü yahu, buna mı heyecanlanıyorsun, olmayacağı şimdiden belli…” diyoruz kendimize.
Çoğumuz böyleyiz.
Kalp kırıklığından kaçmaya öyle odaklıyız ki, sırf bu uğurda elimizin tersiyle ittiğimiz duygu yelpazesi ve manevi zenginliği kaçırıyoruz. Kalbimiz kırılmasın diye, sağlam bir camdan kalple, suni bir yaşama teslim oluyoruz.
Kalp kırılgan bir şeyken, kimin bir kalbe ihtiyacı olur ki?*
Beni bu kalp kırıklığı kıyısına iki olay gönderdi bu hafta. Birincisi Tina Turner’ın hayata veda etmesi oldu. Geçen yıl okuyup çok sevdiğim kitabı Mutluluk Sana Yakışıyor, bana göre tek bir cümleyle, Tina Turner’ın kalp kırıklıklarından kendini nasıl yeniden doğurduğunun hikayesi.
Tina Turner’ınki gibi dolu dolu yaşamların çok iyi bir hayat dersi olmasının sebebi, çoğumuzun hayatta bir kez yaşadığı döngüleri onlarca kez yaşamış ve kalp kırıklığının üstesinden gelmeyi otomatikleştirmiş olmaları.
Sıradan hayatlarda, büyük kalp kırıklıkları büyük bir boşanmayla, iflasla, terk edilmeyle vs. olur. Bir kez bu olay olunca, olay kişinin hayatının miladı olur. Çünkü o olayla yaşanan kalp kırıklığıyla hangi duygu kapılarının ebediyen kapatılacağına karar verilir ve artık hayat “o kalp kırıklığından önce” – “o kalp kırıklığından sonra” diye ikiye ayrılır.
Halbuki Tina Turner’ın hikayesinde sürekli tekrarlayan bir kalp kırıklığı teması var. Hepimizden daha talihsiz olduğu için değil ama, ilk kalp kırıklığının hayatının belirleyici teması olmasına razı gelip köşesine çekilmek yerine, her düştüğünde tekrar kalkıp hayata katılmayı seçtiği için.
*Tina Turner / What’s Love Got To Do With It?
Kalp kırıklığını oyuncak haline getirmek
Mutluluk Sana Yakışıyor’u okurken, başına ne gelse ölmeyen dokuz canlı bir çizgi film kahramanının macerasını izler gibi hissetmiştim. Her olayda “Bu sefer kesin pes edecek” diyor insan okurken, ama o her kalp kırıklığından daha da çiçek açarak çıkıyor.
Ama uzun süre bunalımda kalmak yaradılışımda yoktu. Yaklaşık yirmi dokuz yıldır, hayatımdaki onca zorluğa rağmen kalkıp devam etmenin bir yolunu bulmuştum. Aslında mantramın ne olduğunu bile bilmeden önce bu benim mantramdı: “Devam edeceğim.”
Tina Turner / Mutluluk Sana Yakışıyor
Sporla gelişen her kas gibi, kalp kırıklığı sporunun da geliştirdiği bir kas var, o da kalp kırıklığını oyuncak haline getirmek. Kalp kırıklığının seni yönetmesi yerine, senin onu yönetmen haline geçmek. Kalbin bir kez kırıldığında “yenik” hissedip köşene çekilmek, içine kapanmak yerine, gerekirse ağlayıp sızlayıp dövünüp, sonra makyajını tazeleyip arenaya tekrar çıkmak ve “İşte geldim, yeniden buradayım, hadi devam edelim!” demek.
Popüler tabiriyle bu “duygusal dayanıklılık” gibi görünebilir ama bu benim hoşlanmadığım bir tabir. Ne zaman “duygusal dayanıklılık” terimini duysam bana, üstüme ağır bir yük bindiren, her mücadelede daima dik durmamı gerektiren katı bir disiplinmiş gibi hissettiriyor. O yüzden, kalp kırıklığını oyuncak haline getirme tabirini, daha oyuncu ve esnek hissettirdiği için seviyorum.
Birkaç kalp kırıklığında, yıkılıp pes etmek yerine “Tamam kırıldı, olsun yine de oyundayım.” dediğinde, hayat mucizevi bir şekilde değişmeye başlıyor. Çünkü bir anda, başına gelen olaylar seni yöneten, kalbini kırma gücünü elinde bulunduran dışsal güçler olmaktan çıkıyor. “Dalgalar varsa, sörfüm var.” diye gülümseyerek oyunda kaldığında, insan geniş bir duygu yelpazesine, hayatın onlarca olasılığına kucak açıyor.
Düşebilirim, kalkabilirim, kalbim yine kırılabilir, ama yine açabilirim, çünkü ben oyundayım, sırf kalbim kırılmasın diye oyundan çıkmayı düşünmüyorum. Kırılırsa, yapıştırır sahneye geri gelirim. Çünkü hayat benim oyun alanım, kalbim de kırılınca dağılmıyor, yapışabiliyor.
Kalp kırıklığından sanat yapmak
Kırık kalbini al, sanata dönüştür.
Carrie Fisher
Tina Turner, Mutluluk Sana Yakışıyor
Uzun bir zamanımı, kalp kırıklıklarımdan düğümler yapmakla geçirdim. Kalbimi kıran şeylere karşı ben de kapımı bir bir kilitledim. Bir daha asla şöyle bir deneme yapmamaya, bir daha asla şöyle biriyle arkadaş olmamaya, bir daha asla şöyle bir ilişkiye girmemeye karar verdiğim birçok an oldu.
Fakat ben düğümleri atarken, çok kıskandığım biri vardı: Şarkı sözü yazarları.
Beni bunalımlara sürükleyen duyguları alıp oyun hamuru gibi şekillendiriyor, ondan şarkı yapıyorlardı. Bir insan bir aldatma hikayesini nasıl böyle anlatabilirdi?
İnsan neler yapar isteyince
Bu bir şey değil düşününce
Ben de tarifi öğrenince, kalktım sana kek yaptım
Gözlerin dönmüş kızı görünce
Yerli yersiz bakıp sana gülünce
Ben de tesadüf o gece erken yattım
Bana kelek yaptın
Nil Karaibrahimgil - Kek
Dany Brillant, kendisini en yakın arkadaşıyla aldatan nişanlısına nasıl “Nişanlım en yakın arkadaşımla kaçtı!” diye, sözlerini bilmeyenin çok neşeli bir salsa şarkısı sanacağı bir hit yazabilirdi?
Sanatçılar, kalp kırıklığıyla oynamayı en iyi bilenler. “Kırıldın mı kalbim? Güzel. Hadi bunu yakıt olarak kullanalım.” diyorlar. Kalp kırıklığına şükretmenin, onu da bir hediye bilmenin, her seferinde daha da güçlenmenin hayata karşı gizli bir “görüyor ve artırıyorum” mesajı var. Böylece hayat, evet daha fazla kalp kırıklığına açık, ama bir o kadar daha zengin oluyor. “Bu da nakavt değil!” deyip gülümsemeye devam ettiğinde, resmen hayatın sana sunduğu oyun da değişmeye başlıyor.
Bizzat caz müziğin kendisi, zehri ilaca dönüştürmenin bir örneğidir.
Tina Turner – Mutluluk Sana Yakışıyor
Bu şey değil mi, ayıkladığım o zararlı ot?
Bu hafta Tina Turner’ın o ilham veren kitabına dönmek dışında bir olay daha, beni kalbimin uzun zaman önce kilitlediğim kapılarından birinin eşiğine götürdü.
Tutarlı, mantıklı, aklıselim insanları severim, hepimiz gibi.
Dramatik, bir öyle bir böyle, ne yapacağı kestirilemeyen, dengesiz insanlar beni rahatsız eder.
O yüzden burası uzun zaman önce kilit vurduğum bir kapı: “Baktın bu kriterlerde biri değil, arkadaş olma onunla” diye yazmışım yıllar önce o kapıya. Benim için otomatikleşmiş bir süreç. Tahmin edilemez, yanar döner bir patern gördüm mü kaçarım o arkadaşlıktan, koyarım mesafeyi.
Ama bu hafta kendimi o kapıyı aralamaya çalışırken buldum. Çok sevdiğim bir eski arkadaşım aradı. Sesini duyunca mutlu olduğum ve içimdeki çocuğun zıplayıp “Yaşasın seni çok özledim! Hadi gel oyun oynayalım!” dediği. İçimdeki yetişkinin “Yahu biliyorsun bu dengesiz biri, bugün böyle konuşacaksınız sonra birkaç ay yine sesi çıkmayacak, ortadan kaybolacak biri. Canı istemezse sen aradığında enerjisiz ve soğuk bir modda konuşacak. Böyle kişilere hayatında yer yok.” diye uyardığı.
Bu tip ilişkilerden o kadar bilinçli uzak duruyorum ki, arkadaşlarım hep -gurur duyacağım şekilde- tek tipler. Ama bu kez, bu arkadaşım arayınca içimdeki “kırılırsa kırılsın kalbim” kısmı ağır bastı. Uzun uzun konuştuk, konuşurken çok eğlendik, dolu dolu sohbet ettik. İçimdeki yetişkinin “bu sohbetten sonra bu arkadaş birkaç ay yok olur” uyarısına takılmadan tadını çıkardım o sohbetin. Bu derin bağın ve keyifli sohbet anının tutarlı olmayacağını bilmek hala kalp kırıcıydı ama bu kez olsun, dedim. Sırf kalbim kırılmasın diye bu benim için %100 doğru olmayan arkadaşlığı bitirmeyeceğim.
Bir baktım bu ilişkinin “dengesizliğe maruz kalan kurbanı” değil, “kırılırsa kırılsın kalbim” demeyi seçen cesur kahramanı olmuşum kendi gözümde. Boşuna yelpazemi iki üç renge kısıtlamak yerine kocaman açmışım. Bir daha anladım ve anayasama yazdım: Kalp kırıklığına açık olmak, zenginleştirir hayatımızı.
Son Söz 1, Teşekkürler Tina!
Tina Turner’ın kitabını okuduğumda onunla kalbimden derin bir bağ kurduğumu hissetmiştim. Sunduğu bilgelik, anlattığı gerçek hikayeler ve onlardan çıkardığı dersler, çok biricik ve kıymetliydi.
Yaşanmış hikayeleri okumanın, teori kitaplarını okumaktan bir farkı, insanı “Bak gördün mü, yapmış!” duygusuyla baş başa bırakması. “Bu sözde çok doğru bir teori ama ben….” deme lüksü vermemesi. “O yaptıysa, ben de yapabilirim!” dedirecek cesareti vermesi. Eğer yazmasaydı, Tina Turner’ın kendi hayat hikayesinden damıttığı muazzam bilgelikten mahrum kalırdık. İyi ki yazmış. İyi ki bu dünyada dolu dolu oynamış oyununu. Işıklarda uyu Tina, seni yakinen tanıyormuşçasına seviyorum.
Son Söz 2, Yazın Allah Aşkına!
Tam da bu sebeple, hayat deneyimlerinin kitaplaştırılmasını, bir bloga dönüşmesini, bir postla aktarılmasını, kısaca herhangi bir şekilde paylaşılmasını çok kıymetli buluyorum. Hikâyeler hep biricik, bir tek yaşanmış hikâye binlerce insana ilham verebiliyor. Geçende ünlü bir iş insanıyla çekimdeydik, dedim ki “Siz bir kitap yazsanıza, bakış açınız ve deneyimleriniz çok farklı.” - “Evet evet var böyle bir projem, şu işlerimle ilgili, şu projelerimle ilgili yazıyorum…” dedi. Düzelttim, “Yok, işlerinizi demiyorum. Siz kendi özgün hikayenizi yazsanız, bir iş kitabı değil, kalpten bir otobiyografi.” dedim. Güldü, “Oo öyle çok şey var ki anlatacak, ortalık karışır kalpten yazarsam.” dedi. Sonra düşündü “Bu güzel bir ilham oldu, gerçekten yazmalıyım belki de…” dedi. Yazmalı. Siz de yazmalısınız. Yazmak yazarların tekelinde değil, en çok da yaşayanların, havlu atmak yerine arenada kalmayı seçenlerin tekelinde olmalı bence. Cesaretin, hakikaten doya doya yaşamanın gerçek hikayelerinin ilhamı paha biçilemez.
Ve tabii anlatacak derin hikayeler biriktirmek için, ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz: Bırakın, kırılsın kalbiniz.