Kalbinin kapısını kapatamazsın
“Hadi canım, biraz mantıklı ol! Ayakların yere bassın!”
İç sesimin, gençlikte kendime en sık söylediği cümle bu olabilir.
Böyle olunca, çılgın, haşarı, kabına sığmayan bir genç olduğumu düşünürsünüz belki, değil mi? Halbuki daha anaokulundan itibaren “Yaşının üzerinde olgunlukta.”, “Sorumluluk duygusu yüksek.” notları düşerdi öğretmenler karnelerime. Daima çalışkan, sorun çıkarmayan ve yaşından olgun biri olarak büyüdüm. Öyleyse bu içimdeki kendimi ehlileştirme çabası niyeydi?
Çoğumuz bir şekilde, bir sebeple, kalbimizden geçenlerin “çılgınlık” olduğuna, bunları aklımızla dizginlemezsek aklıselim bir hayat kuramayacağımıza inanıyoruz.
Bu inanç bir şekilde bir kez aklımıza düşünce, onun üzerine koca bir hayat kurmaktan çekinmiyoruz.
Benim kalbimde daima yazmak ve müzik vardı. Öyle çoktu ki, bir odama kapanıp şarkı söyleyerek ve yazı yazarak çok uzun, gerçekten çok uzun zaman geçirmek bana en doğal gelen yaşam şekliydi.
İster okuyarak ister terapiyle ister hayat deneyimleriyle, her gün kendini biraz daha tanımanın en güzel sonucu, kalbimizin tam ortasında oturan ve uzun zamandır oturan, belli ki hayat boyu gitmeye niyeti olmayan tutkularımızla tanışmak.
Ancak kendini daha iyi tanımak, her zaman harekete geçmeye yol açmıyor.
Çünkü neyi sevdiğini, neyi istediğini bilmek başka; onun için harekete geçmek bambaşka bir şey.
İnsan özellikle de konu kalbinin tam ortasındakiler olunca, onlar için bir şey yapacakken spot ışığı üzerine yakılıvermiş, tüm dünya onu izliyormuş gibi hisseder.
Sanki bugün benden bekleneni değil de kalbimin emrettiğini yaparsam, tüm dünya parmağıyla beni gösterecek diye düşünür.
Elbette doğru değildir bu, aslında ne yaptığımız dış dünyanın çok az umurundadır.
Ama biz bir türlü inanamayız buna, bu yüzden de kalbimizin ortasındakine yol açmak yerine onun üzerine örter, akıllıca olanı yaparız.
Ama hikâye nasıldır, filmlerden bilirsiniz;
Kalbimizin ortasındaki şeyler bizi ömür boyu terk etmez:
Cildimiz kırışırken de oradadır,
Tıpkı bir çocukken etrafta onun heyecanıyla koştururken olduğu gibi.
Kendimize “akıllı yetişkin” süsü verdiğimizde ölmemiş, sadece bir süre sessiz kalmıştır.
Ve kalbimizin ortasındakilerle ne yapacağımız bize kalmıştır.
Ya bir ömür çürümelerini seyrederiz içimizde, onlar yılmadan bize hep kendilerini hatırlatırken.
Ya da bir gün…
İpin ucundan çekmeye başlarız, çekeriz, çekeriz…
Çektikçe kalbimizden dışarı taşar o tutkular, önce varlıklarını hatırlarız, sonra ipi daha da çektikçe, onları hayatımızın merkezine davet etmeye başlarız. Ve bir bakmışız değiştirmişiz hayatımızı. Bir bakmışız, yıllardır olmamız gereken yere gelmiş, yıllardır olmamız gereken kişi olmuşuzdur.
Bu yazı, sevgili arkadaşım Zelal’in bana geçtiğimiz hafta hediye ettiği inanılmaz kitap “Kalbinin Sesi”nden ilhamla yazıldı. Kitap aynı konuyu işliyor, yani “yetişkin” olmak uğruna kalbimize gömdüğümüz tutkuların aslında bizi hiç terk etmediği temasını. Kısacık, resimli, çocuk kitabı formatında bir kitap. Bir o kadar dokunaklı ve unutulmaz.
Bana bu kadar dokunmasının sebebi de elbette kendi hikayemle bu hikâye arasında kurduğum bağdı.
Delirdiğim (!) yıl
Kitabımda en sevdiğim bölümlerden biri, “Delirmezsen, değişemezsin” kısmı.
Bu kısmın özeti ise şu; yıllarca “Özümde olduğum gibi davranırsam beni deli sanırlar” düşüncesinin sizi ne çok kısıtladığını bir düşünün.
Olduğumuz gibi var olmanın, özgünlüğümüzü hayata geçirmenin önemli bir adımının mecazi anlamda “delirmek” olduğuna inancım bu kısıtlayıcı düşünceye bir başkaldırı şekli.
Kalbinizin ortasında duran neyi gün ışığına çıkarırsanız delirdiğinizi düşünürler?
Ben sabaha karşı uyanıp (ve şu anda da saat 4.30) blog yazıları ve kitap yazmaya başladığımda, bir kurumsal çalışana göre kendimi epey delirmiş hissediyordum.
Çünkü başka birinin yaptığını görmediğim bir şeydi.
Şarkı söyleyip videolarımı Instagram’da paylaştığımda delirmiş hissediyordum, çünkü benim gibi aklı başında bir iş insanının yapacağı şey değildi.
Evde oturup kitap okumak için, ya da bir kafede tek başıma oturup okumak için hayır dediğim tüm programlar karşısında kendimi delirmiş hissediyordum.
Özellikle benim gibi, kalbinizin ortasındaki tutkuların akılla bağdaşamayacak şeyler olduğu inancıyla büyüdüyseniz, size de kalbinizdekilere gerçek hayatınızda yer açmak delirmiş gibi hissettirebilir. Bunu bilmek bile özgürleştiricidir.
Bu eşiği atlamak ise yepyeni bir hayata adım atmak demek.
Bir kez “Gerekirse delirdiğimi düşünsünler” demek insana inanılmaz bir güç verir.
En iyi yaptığı şey odasında oturup hayaller kurmak olan o çocuğun, beklendiği gibi dış dünyayla çok akıllı, pek mantıklı bir bağ kuramamasından bugün utanç değil gurur duyuyorum. Sürekli hayaller kurduğum için garip olduğumu düşündüğüm o yılları ise dün gibi hatırlıyorum.
Kalbimin ortasındakiler, o sanatsal tutkular, kafamda dönüp durması bitmeyen yazılar, senaryolar, müzikler beni gündelik hayattan biraz kopuk ve garip biri yapıyorsa, varsın öyle olsun. Fakat şükrediyorum ki kalbimin ortasındakilerin hayatımda sahneye çıkmasına, 35’ten sonra izin verdim.
Yoksa ne olacaktı? Hem biraz garip hem de kalbinin ortasındakileri saklamış, sıkışmış biri olacaktım. Yani uzun süre olduğum gibi.
The Holistic Pscyhologist hesabı, bir yazısında sevdiğim bir cümle kullandı:
Kendi gençliğinize şunu diyebilirsiniz: Bunu bizim için yapıyorum!
The Holistic Psychologist
Bu bakış açısının daima çok etkili olduğunu düşünürüm. Kalbimin ortasındakilere hayatımda her gün biraz daha yer açarken, o hayalperest Gözde’ye ben de hep bunu tekrar ediyorum: “Bunu bizim için yapıyorum sevgili küçük, odasında hayaller kurmaktan başka bir şey yapmayan Gözde!”
Kıssadan hisse,
Eğer varsa kalbinizin ortasında oturan, hep oturduğunu bildiğiniz, bazen susan ama asla sizi terk etmeyen bir hayal,
Ve eğer onun üzerine kapıyı kapadıysanız bir süredir,
Bilin ki o gitmedi, halen kapının arkasında. Siz bir gün belki kapıyı aralarsınız, hatta belki bir gün kapıyı sonuna kadar açıp onu sahneye buyur edersiniz diye hevesini hiç kaybetmeden bekliyor.
Geç kaldığınızı mı düşünüyorsunuz? Geç kalmadınız, ama yarın daha geç kalmış olacağınız kesin.
Glennon Doyle’un sevdiğim bir sözüyle bitirelim:
“Bu hayat yalnızca benim. Bu yüzden insanlara, hiç gitmedikleri yerlerin yol tarifini sormayı bıraktım.”
Açın kapıyı. Hadi.
Bu cumartesi buluşuyoruz!
Affedersiniz İçedönük’ün ikinci imza günü, bu cumartesi İstinye Park D&R’da olacak. İmza günü öncesinde yine kısa bir söyleşi de yapacağız. Kitapla ilgili sohbet etmek, tanışmak, konuşmak için bekleniyorsunuz! Saat 15.00’te söyleşiyle başlıyoruz.