Bu hafta, bir etkinliğe katıldım.
İçeriğini pek araştırmadan kaydolmuştum ve kayıt esnasında pek de soru sormadım, kendimce etkinliğin içeriğini, içinde çeşitli interaktif egzersizler de olan bir konferans olarak düşünmüştüm. Bir süre bize biri seminer verecek, ardından birkaç küçük egzersiz yapacağız diye anlamıştım.
Fakat gittiğimde içeriğin bambaşka olduğunu gördüm.
Bir odaya girdik. 25-30 kişiydik.
Birbirimizle tanıştırılmadık. Sohbet etmedik.
Üstelik bir içedönük olarak, kalabalık ortamlara hep ilk gitmeye ve ortama alışmaya, gelenlerle bir bir tanışmaya çok önem veririm ama o gün ben de maalesef son dakika yetiştim.
Benden önce herkes gelmişti, ben odaya son girdim.
Birkaç dakika sonra “Haydi şimdi ayağa kalkıyoruz ve ilk egzersizimizi yapıyoruz.” diye etkinlik başladı. Gerildim, ama önemli değildi, egzersizi yapmaya başladım.
Isınma safhası çok kısa sürdü ve egzersiz birden absürdlükler içermeye başladı. Benim de stresim yükselmeye.
Henüz hiç tanımadığım insanlarla, yeni bir ortamda, fazlaca etkileşimli bir egzersizin içine atılmış olmak beni hiç iyi hissettirmiyordu.
İçimde küçüldüm, küçüldüm ve bir anda ilkokuldaki Gözde oluverdim.
Bu his bana çok eskilerden çok tanıdıktı ama uzun zamandır o halimle hiç karşılaşmamıştım.
Bu küçük Gözde’nin; ortam kalabalık, yabancı, egzersizler zorlayıcı olduğunda okullarda girdiği haldi. Küçülürdü, stresi seviyesi çok yükselirdi, oradan kaçmak isterdi ve kendini çok çaresiz hissederdi.
Hadi saçmalama, dedim kendime. Nereden çıktı bu çocukluk travmaları, koskoca kadınsın, bunları mutlaka aşmışsındır. Tam bu sırada, egzersiz bir seviye daha yükseldi. Bu kez, tanımadığımız o kalabalıkla fiziksel olarak çok yakınlaşacağımız, sıkışacağımız, garip şekiller alacağımız bir egzersiz yapılacağı duyruldu.
Okul çağında bir çocuk değil, bir yetişkin olmanın güzel yanı, bir şey kafana bu derece uymadığında oyundan çıkabilmek. Ben de öyle yaptım. Oyundan çıktım, çantamı aldım ve sessizce etkinlikten ayrıldım.
Kalabalığın, etkileşimli egzersizlerin, zoraki oyunların stresini çok uzun zaman sonra ilk kez bu kadar bedenimin her hücresinde hissediyordum ve bu bana büyük bir sürpriz oldu. Ama henüz bitmemişti, devam edecekti.
Karanlık ışığı yok etmez; onu tanımlar. Sevincimizi gölgelere atan şey karanlıktan duyduğumuz korkudur.
Brene Brown / Mükemmel Olmamanın Hediyeleri
Erken çıktığım etkinlikten, beni aslında etkinliğin gerçek bitiş saati olan 2 saat sonra almaya gelecek olan eşimi aradım. Oğlumla uzakta bir yerde bir restorana gittiklerini ve henüz sipariş verdiklerini, ancak bir saate gelebileceklerini söyledi.
Bulunduğum yer şehirden uzakta ve ıssızdı, taksi dahi çağıramıyordum. O ıssızlıkta bir saat tek başıma oturup bekledim. Bu da maalesef bana çok tanıdık bir başka travmatik deneyimdi:
Çocukken babam beni şehir dışındaki fabrikasına götürür, sabahın erken saatinde “Sen benim odamda otur, ben şimdi işlere bakıp geliyorum” der ve 7-8 saat yanıma dönmezdi.
O 7-8 saatin ağırlığı tarif edilemezdi, ben sesini çıkaramayan bir çocuktuım. Kimseden bir şey isteyemez, orada öylece oturur, babamın odasında boş kağıt bulabilirsem bir şeyler yazar, resim yapar, saatler geçiyor mu diye sürekli saate bakardım. Geçmezdi. Evimi hayal ederdim, evden sanki yıllar önce çıkmışım ve evim yıldızlar kadar uzakta gibi hissederdim. Şehirden uzak bir yerde, kendi insiyatifimle şehre dönemeyecek halde olmak o günlerden beri kabusumdur.
İşte şimdi çok uzun zaman sonra bu hissi yaşıyordum, tek yapabileceğim sessizce, tek başıma oturup gelip beni almalarını beklemekti.
Bu iki hissi üst üste yaşamak benim için çok ilginç bir deneyim oldu, çok uzun zamandır girmediğim karanlık çocukluk mağaralarıma soktu beni. Çoktan üstünden atladığımı düşündüğüm yerlerdi bunar. Demek ki hala, en derinlerde gayet canlılardı.
Issız, sessiz, uzak bir yerde tek başıma ve hiçbir yere gidemiyor olmanın verdiği his benim karanlığımdı. Tanımadığım insanlarla bir anda, hepsiyle, otuzuyla birlikte zorla kaynaşmak zorunda kalmak benim karanlığımdı.
Ne kadar baskın hisler olduğuna şaşkınlıkla bakınca, bir şey fark ettim:
Yetişkin hayatımı, bu karanlıklara beslediğim keskin duyguların bana fark ettirdiği değerler üzerine kurmuştum.
Yalnız kalıp okumayı yazmayı çok severdim ama daima şehrin göbeğinde, insanların olduğu yerlerde, bir adım attığımda hayata karışabileceğim yerlerde olmayı çok önemserdim. Ofiste olup kulaklıkla çalışmak tam benlik bir deneyimdi mesela: İnsanlar ve hayat bir adım ötemde, ama kendi alanımda olabiliyordum.
Kendi başıma bolca zaman geçirmeyi, yazmayı okumayı sevdiğimi bilenler ama beni yakından tanımayanlar zaman zaman “İstanbul’dan gitmek ne güzel olur değil mi?” ya da “Bak tam senlik bir ev, dağ başında, burada ne yazarsın ama!” gibi şeyler söylediler. Onlara gülümsedim. Hiç metropolden gitmek istemedim, hiç dağ başında olmak istemedim. Hiç babamın fabrikadaki odasında oturmak da istemedim. Ben yanı başınızda yalnız olmayı seviyorum. Sevdiğim tek yalnızlık, bir adımla bozma insiyatifinin bende olduğu yalnızlık.
İnsan ilişkilerine gelince; “merhaba” demekten çekinen çocuk olarak bugün çevremde en sosyal olarak tanınan kişilerden biriyim. Çok insan tanırım, çok etkinliğe katılırım, insanlarla olmaya bayılırım. Ama bu yine seçilmiş bir sosyalliktir, benim ilişkilerim hep birebirdir. Sevdiğim kalabalıklar, herkesi birebirde tanıdığım kalabalıklardır.
Bu ya doğal olarak olur – mesela aile toplantıları böyledir- , herkesi birebirde tanıdığım için rahatımdır. Ya da ben bunu bilinçli olarak sağlarım, örneğin yeni girdiğim bir işte herkesi tek tek tanımak, hikayelerini öğrenmek , aramızda birebirde bir ilişki dinamiği olması için özellikle büyük zaman harcarım. Çünkü ancak öyle, o ekibin, grubun içinde rahat hissedebileceğimdir.
Kalabalığın içinde, seçilmiş bir yalnızlık yaratabilmek benim için çok önemli bir değer.
Sosyal olmak, ama bunu hep birebir ilişkiler bazında yapmak benim için çok önemli bir değer.
Fark etmeyi önemsediğim ise şu:
Bu değerler benim yukarıda anlattığım, hayatım boyunca içimde taşıdığım karanlıklarımdan doğdu.
O karanlıklar bana, neyi herkes gibi yapamayacağımı ya da yapmak istemediğimi fark ettirdi. Neyin bana dayatılamayacağını, neyin elzem ve çok önemli olduğunu anlattı. Ben de yetişkin hayatımı kurarken, o karanlıklardan damıttığım değerleri pusulam yaptım.
Çok uzun zaman sonra içimde böyle ezilip büzülmek ve korkup, kötü hissetmek bana bunu hatırlattı: Karanlıklarımız, aydınlığımıza doğru bizi yeniden yönlendiren pusulalar. Neyi kesinlikle sevmediğimizi ve istemediğimiz bilmek harika bir şey, çünkü neyi kesinlikle birinci sıralara koyacağımızı, hangi değerlerden taviz vermeyeceğimizi de en kesin böyle anlıyoruz.
Dikkat edilecek bir nokta var:
Bazen, özellikle de gençken, karanlıklarımız bize zorunlu hapisaneler gibi görünebilir veya gösterilebilir.
“Yalnız böyle kalabalıklara alışmazsan bu mesleği yapamazsın.” diyebilir mesela biri size.
Ya da, “Gerektiğinde ıssız yerlerde de iyi hissetmesini bileceksin.” diye salık verebilir.
Siz de hemen oku kendinize yöneltebilirsiniz;
“Yahu bende yanlış ne var? Kalabalıklara neden alışamıyorum? Aptal kafam! Alışmak zorundayım!” diyebilirsiniz. (Bu benim iç sesimden örnektir, kendimi aşağılamaya bayıldığım bir gençlik geçirdim.) Ya da, “Issız bir yerde olmaktan bu kadar daralacak ne var? Birazdan gideceksin. Bu hisse alışmalısın, çocuk musun!” diye azarlayabilirsiniz kendinizi.
Halbuki, size dayatılan normallere dışarıdakilerin salık verdiği şekliyle alışmak, bunu yaparken kendi köşelerinizi kırmak, kanatlarınızı kanatmak zorunda değilsiniz.
Karanlğınız size uyumsuz ve aptal olduğunuzu söylemiyor.
Daha dikkatli dinlerseniz, kendinize özgü bir yol bulmanızı salık verdiğini duyuyorsunuz.
Bu ayrımı fark etmek benim uzun yıllarımı aldı.
Hiç düşündünüz mü, sizin karanlıklarınız hangi değerlerinize ayna tutuyor?
Sizi neyin heyecanlandırdığına, neyin tükettiğine dikkatlice bakın. Ne zaman kendiniz olduğunuza, ne zaman görünmez bir jüriyi etkilemeye çalıştığınıza dikkatlice bakın.
Derek Sivers
Anything You Want
"Sevdiğim tek yalnızlık, bir adımla bozma insiyatifinin bende olduğu yalnızlık." mükemmel cümleleler. Başka birisinin cümlesinin insanı böylesine aydınlatması ve teselli etmesi ne güzel
Yazının farklı yerlerinde kendime ait o kadar çok ortak noktanın farkına vardım ki, hissettiklerimi sizin kadar güzel dile getiremem.
Kendi adıma teşekkür ediyorum 😇