

Discover more from Özgün Yanını Kucakla
İki hafta önce zehirlendim. Korkunç bir deneyimdi ama maalesef, bir yandan bu talihsiz olayın zeminini kendi ritmimi kaydırarak kendim hazırladığımı hissediyordum, biliyordum.
O gün çok yorgundum, çok yorgunken ve içimden bir ses bana durmam için yalvarırken, ben bir şey daha yapmaya karar verdim. Sonra bir şey daha. Ve sonra bir şey daha.
İş gününü zar zor bitirmişken, evde halledilmesi gereken bir işe koştum. O bitince, baktım şuralar çok dağınık gözüküyor, toplamaya kalkıştım. O bitince dışarı çıkıp birkaç alışveriş yaptım. Kendime inat bir yokuş tırmanır gibiydim. Tökezlediğimin farkındaydım ama içimdeki çığlığı görmezden gelip kendimi sırtımdan ittiriyordum.
Yorgunluğum, uykusuzluğum, huzursuzluğum öyle üst bir seviyeye çıkmıştı ki kontrolden çıkmış haldeydim. Kendi ritmimden çıkmış bir şekilde, dans etmekten öte deliler gibi dönüp duruyordum. Bir şekilde birazdan düşüp yere çakılacağım aşikardı.
O yorgunlukla son bir hamle olarak normalde yemeyeceğim kadar ağır bir yemek sipariş ettim; vücudum dinlenmem için bana saatlerdir yalvarırken ben, onu ağır bir yemekten enerji alıp devam etmeye zorlamayı umdum.
Olmadı, o yemek beni zehirledi. Sonraki 24 saatimi gözümü neredeyse hiç açamadan yatarak ve hiçbir şey yemeyerek geçirdim. Bütün o süre boyunca, çok kötü bir süreç olsa da bir yandan şunu fark ettim:
“Buna çok ihtiyacım vardı. Böyle 24 saat yatmaya çok ihtiyacım vardı.”
Kendimi dinleyip, o dansın içinde gerektiğinde dursaydım ve ritmimi bozmasaydım olmayacaktı böyle. Beni bir rahatsızlığın nakavt etmesini beklemek yerine, ipleri elime alıp gerektiğinde dinlenseydim çözülecekti her şey. Oysa o gün, kendi ritmimdeki dansımdan çıkmayı seçtim ve sonuç, bunu ne zaman yapsam olduğu gibi, hüsrandı.
Kendi ritminde dans etmeyi öğrenmek
Bir içe dönük olarak kendi dengemi sağlamakla ilgili yıllar içinde bunun gibi kötü ve iyi deneyimler bana önemli bir şey öğretti: Kendimize yapabileceğimiz en büyük iyilik, kendi ritmimizde dans etmeyi öğrenmek. Kulağa kolay gelen ama bir o kadar zor bir beceri.
İçimde birbiriyle çelişen iki kardeşle yaşıyorum; birinin en büyük ilgi alanı evde, sessizlikte kalmak, kitap okumak ve izole olmak. Diğerinin en büyük ilgi alanı üretken olmak, sosyalleşmek, hareket halinde olmak ve yerinde duramamak.
Uzun yıllar bu çelişkili ikiliden birinin sonunda galip geleceğini ve benim ağırlıklı olarak birine düşüneceğimi düşündüm. Bir noktada hangisi benim “gerçek” karakterimse o ağır basacak ve ben de böylece yerimi bulacaktım.
Fakat hayatın sunduğu seçenekler bilirsiniz, genelde bu kadar kolay ve net olmuyor. Benim durumumda da tıpkı 7 yaşımda olduğu gibi 30 yıl sonra da hala bu ikilinin tahterevallisinde bir o yana, bir bu yana yaşamaya devam ediyorum. Bu süreçte öğrendiğim önemli bir şey oldu:
Soru, hangisinin asıl karakterimiz olduğu, hangi tarafı seçeceğimiz değil. Soru, içimizde birbiriyle çelişen bir ikiliyle yaşarken onlara ihtiyacı olan dengeyi nasıl sağlayacağımız konusu. Bu özgün dengeyi bulmanın tek yolu ise kendi ritmini bulmak. Kulağa kolay gibi gelse de sinsi bir zorluk içeriyor:
Bu konuyla ilgili hazırlanmış klişe listeler var ve benim gibi siz de, onlarla yaşadığınızda kendi ritminizin otomatik olarak rayına gireceğine inanıyor olabilirsiniz. Fakat gerçek bundan çok uzak; ideal ritmimiz ise bizi klişe reçetelerden çok ötede bir yerde bekliyor. Önce denediğim (ve yanıldığım) klişe reçetelerin neler olduğunu biraz açayım:
(Danstan ve ritmden bahsetmişken, şu filmi hatırlamamak mümkün mü?:) )
Ritmimi bulma konusunda başarısız denemelerim:
Başarısız deneme 1: Hafta içi çalış, hafta sonu dinlen ve eğlen
9-5 çalışanlar için, iş hayatının sağ olsun bu dengeleme zahmetini bize bırakmadan hazırladığı ve gümüş tepside sunduğu bir düzen var: Hafta içi ve hafta sonu.
Hafta içi tam gaz gitmeyi, başarıya koşmayı, yorulup çalışmayı; hafta sonu ise eğlenmeyi, dinlenmeyi salık veriyor.
Bu öyle benimsediğimiz bir sistem ki çoğumuz buna göre ayarlandığımızda dengeyi bulacağımızı umuyoruz. İş çıkışlarına koyulan spor randevularının, hafta sonları hobi saatlerinin bizi dengeleyeceğine inanıyoruz, ama olmuyor. Bunu ben de denedim, 5 gün tam gaz gidip 5. günün sonunda ayağımı gazdan bir anda çekmek beni sadece dengesini hiç bulamayan biri yaptı.
Başarısız deneme 2: Kendine önceden belirlenmiş mola zamanları tanımla
Yine denediğim kötü tavsiyelerden biri, takvimde günde 10-15 dakika kapatarak dinlenmeye çalışmak. Dinlenme zamanını önceden planlamak kadar ritmime uyumsuz bir deneyim yaşamamıştım. Tam bir işe dalmış, konsantre olmuş çalışırken -ve bundan zevk alırken- bir anda gelen “mola” bildirimiyle konsantrasyonumu bozmak anlamsızdı. Aynı şekilde, sırf önceden belirlemedim diye çok yorulup tükendiğim bir anda durmamak da aynı yere varıyordu.
Başarısız deneme 3: Rahatlamak için, rahatlatacağı sana dikte edilen şeyleri yap
Teoride beni dinlendirip rahatlatması gereken şeylerin beni gerçekten dinlendirip rahatlatacağına uzun süre inanmaya çalıştım.
Bize pazarlanan denge rutininde; konserler, tiyatrolar, arkadaşlarla dışarı çıkmak gibi etkinlikler tahterevallinin bir yanında; çalışmak, ev işi yapmak, yapılması gerekenlerle ilgilenmek tahterevallinin diğer tarafında durur.
Bu düzene inanmaya çalıştığımda, kimi zaman tarihi yaklaşan tiyatro biletleri içime en büyük dert oldu. Tamamen durmak istediğim bir anda trafiğe girip, sonra o salona girip saatler geçirmek, dinlendirici bir aktivite olması gerekirken kabusa dönüştü. Bir yemeğe gitmek evde öylece oturmanın en kötü alternatifi haline geldi.
Başarısız deneme 4: Başkaları ne yapıyorsa, sen de onu yap
Topluca yorulmak ve topluca eğlenmek bizde yaygın bir kültür. Hal böyle olunca, birlikte ders çalışmak, birlikte toplantı yapmak, dinlenmek için birlikte yemeğe gitmek hepimizin ritmi için ortak reçete olarak veriliyor.
Kendimi neden başkalarıyla aynı şekilde çalışıp – eğlendiğimde dengede hissetmediğim konusunda epey sorguladım ve zorladım. Sonra baktım, hiç kimse için böyle bir mutlu ve dengede hissetme ihtimali yok. Bir şekilde özgün yanımız bayrak kaldırıp, kendine özel isteklerini diretiyor. 10 kişinin aynı anda aynı şekilde eğlenmesi ve dinlenmesi mümkün değil. Peki öyleyse?
Tek bir yöntem: Kendimi her an dinlemek
Bütün bu önden-belirlenmiş sözde ritmimizi bulma rutinlerinin dışında, bizi bekleyen çok basit bir gerçek var: Her an kendimizi dinlemek ve her an “Nasılsın?” diyebilmek. Normal olarak alıştığımızdan çok daha sık.
Benim kendi ritmimde dans edebilmek için en iyi yöntemim bu, kendimi sık sık anlık, küçük check-uplara tabi tutmak ve eğer gerektiğini hissediyorsam hemen o an, plansız olsa da, o anın ortamına uymasa da, yavaşlamak.
İhtiyaç molası vermekten çekinir misiniz? Hayır değil mi, ihtiyaç molaları doğal ve insanidir, kim size hangi ortamda tuvalete gitmek için mola verdiğinizde ne diyebilir?
Ben size, ihtiyaç molasının sadece tuvalete gitmek olmadığını hatırlatmak istiyorum.
Kendi ritminizde dans etmeyi sürdürmek ve düşmemek için, bolca ihtiyaç molası vermeniz gerekir.
Kalbi, sokakların gürültüsü ve kalabalığı içinde sessizce oturdu. Ellerinin acelesi yoktu, ayaklarının acelesi yoktu.
Christina Rossetti
Arianna Huffington - Thrive
Alternatif bir ihtiyaç molası
İhtiyaç molası kimi zaman kalabalık bir yerden çıkıp sessizce durmak olabilir.
İhtiyaç molası bazen bilgisayarın kapağını bir anda kapatıp bir şarkıyı yüksek sesle dinlemek olabilir.
İhtiyaç molası bazen de o ortamdan çıkıp yürümek, uzun uzun yürümek olabilir.
Anlık “Nasılsın?”ları sormaya ilk başladığınızda cevabı duyamayabilirsiniz, çünkü bu alışık olduğumuz bir pratik değil. Genelde bu soru hemen “Yahu şu an iş saati, yahu şu an çocuğa bakıyorum, yahu olur mu şimdi masadan kalkmak” gibi iç dayatmalara çarpıyor.
Yani daha cevabı duyamadan, “Nasılsa cevabın benden isteyeceği molayı şimdi veremem çünkü bu sosyal olarak uygun olmaz.” kısmına geçiyoruz. Oysa kendimizi dinlemeye ve o an ne gerekiyorsa yapmaya açık olduğumuzda, o zaman gerçek ritmi tutturmayı öğrenmeye başlıyoruz.
Tabii bunun bir de büyük resimdeki versiyonu var: Gerektiği zamanda büyük hayat değişiklikleri yapabilmek, cesaret edebilmek, yolundan çıkıp konforsuz olanı yapabilmek gibi. Bence günlük hayatta kendi dengemizi bulmaya alıştığımız an, büyük soruların da cevapları kolaylaşıyor. İbreyi dışarıya değil kendimize göre ayarladığımızda, ayağımıza takılıp bizi düşürecek değil ahenkle dans ettirecek seçimler yapma olasılığımız yükseliyor. Kendimize mikrofon uzatmayı, söylediklerini dikkate almayı rutin hale getirdiğimizde, bence hayatın tamamı özgün bir dansa dönüşüyor. Ve elbette her zaman arada düşeceğiz ama, önemli olan kalkıp yola kendi ritmimizde devam etmek, dansın güzelliği de burada değil mi?
Sizi canlandıran neyse onu yapın. Sizi büyüleyen şeylerin, saplantılarınızın, takıntılarınızın peşinden gidin. Onlara güvenin. Kalbinizde devrim yaratacak şey neyse onu yaratın.
Elizabeth Gilbert - Büyük Sihir
Birkaç ek not
Ek not 1: MFÖ’den bize kalanlar
Geçen hafta, Onedio’daki köşemde bir Özkan Uğur’a veda yazısı yazdım:
MFÖ’yü sevmeyen yok, ben de çok severdim ve geçtiğimiz tüm hafta, onların eski röportajlarını dinleyerek, şu güzel belgeseli izleyerek, ve sürekli MFÖ dinleyerek geçti.
Yazıda da bahsettiğim gibi, bu hikayede beni en çok, bu üç kişinin 50 yıl boyunca bir arada kalması etkiliyor. Bir yerde Fuat Güner diyordu ki" “Hadi ben oynamıyorum!” deyip gitmek çok kolay. Ne kadar doğru tüm ilişkilerimiz için. İstifa etmek kolay, boşanmak kolay, arkadaşlıkları tek celsede bitirmek kolay. Sürdürmek ise zor, çözmek, dur oturup bir konuşalım demek zor. Dün gördüğüm bir Instagram postu da buna güzel bir açıdan yaklaşıyordu:
Çocukça davranmak ve sizi görmezden gelmek yerine, "hadi bunu düzeltelim" diyecek olgunluğa sahip biriyle ilişki kurun.
Elbette bazı ilişkiler toksik, bazı ilişkiler bitmeli. Ama sırf kolay olduğu için, basıp gitmek o an rahatlatıcı olduğu için gitmek yerine durup tekrar düşünmek, kalırsak uzun vadede oluşacak, tadı başka hiçbir şeye benzemeyen bir lezzeti yaratmaya gönüllü olmak da bir o kadar kıymetli. İyi bir soru “Sahiden gitmeye değer mi, yoksa pire için deve mi yakıyorum?” olabilir.
Ek not 2: Yaz tatili
İçim birkaç ay hiç yazmamaya, uzun bir mola vermeye el vermediğinden, yaz tatili sürecinde, çözümü normalde her Pazar ve Çarşamba yazdığım yazılarımın sıklığını seyreltmekte buldum.
Bu vesileyle Pazar ve Çarşamba sabahları benden yazı bekleyen, gelmeyince soran büyük bir aile olduğumuzu da anlamış oldum, sağ olun, iyi ki varsınız.
Birkaç hafta daha böyle rölantide gidip, biraz dinlenip, bol bol okuyup, birkaç yazı eksik yazacağım. Hepsi yeni döneme daha da sağlam hazırlanmak için.
Sevgiyle kalın, görüşmek üzere!
Kendi ritminde dans etmediğinde düşersin
Yine çok iyi gelen bir yazı, teşekkürler.