Yeni biriyle tanışmanın benim için en heyecan verici yanı, onun anlatacağı kendini tanıtma hikâyesini dinlemek.
Bu hafta iki yeni kişiyle tanışma fırsatım oldu.
İlkinde, biri ona ‘Kendini tanır mısın?’ diye söz verdiğinde, ‘Aslında ben şu bölüm mezunuyum ama sonra…’ diye başladı söze.
Sonra çok ama çok hızlı bir şekilde iş hayatı geçmişinden bahsetti ve sözü bitirdi. İki kez üst üste vurguladığı tek konu ise, mezun olduğu bölümü aslında çok sevdiği halde o alanda hiç çalışmamış olmasıydı.
Diğer kişi, kendini tanıtmaya direkt eğitim hayatından başladı. Hikâyenin her anı eğitimiyle ilgili yapabilecekken yapmadığı büyük bir seçimin onun hayatında nasıl bir dönüm noktası olduğuna bağlanıyordu. Yıllardır yaptığı kariyerin bir başarı olduğunu bile hissetmiyordu bence, çünkü aklı o yapmadığı eğitim seçimindeydi.
Bu kişisel tanıtımların içinde benim en çok ilgimi çeken konu, alternatif hayatlarımızın bu hikâyelerin içinde genellikle yer alması meselesi. İlginç ama sanki ister istemez her hikâyede, kendi ‘olabileceğimiz ama olmadığımız versiyonumuz’dan bahsetmezsek eksik kalıyor gibi.
En sık duyduklarım;
‘Ben aslında şu şehre/ülkeye taşınacaktım ama sonra istemedim…’
‘Ben aslında şu okulu kazanmıştım ama gitmedim.’
‘Ben aslında şu kişiyle evleniyordum ama son anda vazgeçtim.’
‘Ben aslında hiç kurumsal hayata girmeyecektim ama sonra babam ısrar edince…’
Kendimizi tanıtırken bir şekilde, şu anda yaşadığımız kendimizin koluna girmiş biçimde, yaşatabileceğimiz ama zamanında bir seçim anında öldürdüğümüz opsiyon da bir ruh halinde çıkageliyor.
Bir kişi durup dururken, boş bir beyaz kâğıt üzerinde, bir yönlendirme olmadan kendini tanıtırken yapmadığı seçimlerden, olmadığı kişilerden bahsediyorsa; bir pişmanlık sarmalına takılıp kalmış olduğu anlamına gelmek zorunda değil. Aslında tam aksine, bu geleceği için harika bir çağrı olabilir.
Yaşlanmak, her zaman olmanız gereken kişiye dönüştüğünüz olağanüstü bir süreçtir.
David Bowie
Hikâye yazılmaya devam ediyor
Kendimizi tanıtma hikayelerinin en güzel kısmı, daima yazılmaya devam ediyor olması.
Hikâyeyi anlatırken otomatik olarak geçmişten bahsediyor olmamızın, bir yandan şu an hala o hikayenin kahramanı olduğumuzu bize unutturmaması gerekiyor.
Evet belki zamanında o diğer seçeneği seçmeliydik. Evet belki şimdikinden çok daha mutlu / başarılı / sağlıklı olabilirdik. Ama o eski hikâyede tökezlediğimiz yere sımsıkı sarılmanın artık kimseye bir faydası var mı?
Yıllar önceki hikâyelerde pişmanlıkla vurgulanan seçim anlarının, devam etmekte olan şimdiki hayatlarımız için kıymetli pusulalar olduklarını düşünüyorum.
Eğer hala o ‘olabilirdim ama olmadım’ dediğiniz kişi sizin bir yanınızda, içinizde gizlice yaşıyorsa… Onu hala her yere yanınızda taşıyor, kendinizi tanıtırken bile ondan bahsetmeden edemiyorsanız… Belki de şimdi onu doğurmanın zamanı gelmiştir.
Eğer hala dikkatinizi çekmeye çalışıyorsa; belki gururla anlattığınız ‘sıradan’ hikayenize, biraz o ‘olabileceğiniz ama olmadığınız’ kişiden katmanın, ona yer açmanın, söz vermenin, sesine ses olmanın zamanı gelmiştir?
Tanıştığım kişilerden biri hep eğitimle ilgili pişmanlığını vurgularken, ben onun şimdi üniversiteye dönse, şimdi eğitimini sürdürse onun bu yarım kalmış hikayesini ne kadar tatmin edebileceğini düşündüm.
Okuduğu bölümden başka bir iş yapan ama aklı okuduğu bölümde kalan o kişinin, kendi mesleğine sahip çıkacak bir hamle yapsa ne kadar daha özgüvenli hissedebileceğini canlandırdım gözümde.
Kendinizi nasıl tanıttığınıza dikkat edin. Sonraki sefer biri sorduğunda, anlatırken siz de dinleyin kendinizi. Olduğunuz yerden, halden mi bahsediyorsunuz? Yoksa bir anda hikâyeye doğurmadığınız bir siz karışıyor mu? Eğer karışıyorsa, hala sesini duyurmaya çalışan; yeni tanıştığı bir yabancıya bile umarsızca varlığını belli eden o diğer ‘siz’e kulak vermek size hayatınızın şimdiden itibaren başlayan kısmında yapacağınız seçimlerle ilgili büyük ipuçları verebilir.
Harikasın; kafamın içiyle o kadar güncelsin ki, hayran kalmamam mümkün değil.. bu yorumu daha önce yapmam gerekiyordu :) kısmet bugünmüş..