Neye acıkıyorsan, tutkun oradadır
Üniversiteye giderken, bir kış akşamı geç saatte arkadaş buluşmasından taksiyle eve dönüyordum. Saat geç oldukça, taksiden inmekle apartmana girmek arasında yürüdüğüm o kısacık yol beni tedirgin ederdi. O gün de buz gibi bir kış günü, rüzgârlı bir hava, ortam iyice korku filmi gibiydi ve üstüme tedirginlik çökmüştü.
Bizim apartmanın önüne gelince, taksiden inip hızlı adımlarla apartman kapısına yürüdüm ve anahtarımı çıkarmak için çantama eğildim. Her zamanki gibi içimden, o anda yanıma bir sokak köpeği gelmemesi, arkamdan bir sarhoş geçmemesi, sokakta birden birinin sessizce belirmemesi için dua ediyordum.
Tabii ki tedirginliğim tırmandığı için, Murphy beni yalnız bırakmamıştı. Tam bu duygular içinde dış kapıyı açmama saniyeler kalmışken, yanımda bir kıpırtı hissettim. Biri vardı, anlamıştım. Hem de çok yakınımda, tam yanımda duruyordu.
Kalp atışımın bir anda nasıl hızlandığını hala hatırlıyorum. Böyle anlar insana saatler gibi hissettirir ve ben de o uzun saniyede, yanımdakinin bir hırsız mı, sapık mı, bombacı mı, az sonra beni bayıltacak biri mi olduğu gibi saçma sapan senaryoların içinde boğuluverdim.
O uzun saniyenin ardından panikle kafamı kaldırınca, alt kat komşumuzla göz göze geldik.
İri yarı, oldukça kilolu bir adam olan komşumuz, gecenin bir yarısı, buz gibi kış soğuğunda, apartmanın kapı pervazının köşesine saklanbaç oynar gibi sığışmış, öylece duruyordu. Bir şey söyleyeceğini anladım ama ağzının tıka basa dolu olduğunu fark ettim. Telaşla ağzındakini yutup, suç üstü yakalanmış bir çocuk gibi bana gülümsedi ve fısıldayarak konuştu: ‘N’apayım, evde yersem eşim kızıyor...’
O soğukta, o kapının yanına gizlenmiş şekilde, pastaneden alınmış bir kese kâğıdı dolusu kurabiyeyi hızlı hızlı mideye indirmekle meşguldü. Eşi, kilo vermesi konusunda sık sık uyardığı ama o kurabiye tutkusundan vazgeçemediği için, eve girmeden önce çok sevdiği kurabiyeleri yine de bir şekilde yemek için çocuksu ya da garip görünebilecek bir yer ve zaman bulmuştu.
*************************
Bu anı sonraki yıllarda benim kendi yolculuğumu ve başkalarının yolculuklarını gözlemlerken hep aklımda kalan bir metafor oldu.
Ne zaman sabaha karşı parmak ucumda yürüyerek bilgisayar başına, yazmaya geçsem... Ne zaman iki toplantı arasında iki satır kitap okuyup kendime gelmek için gizlice sıvışıp kitap okuyacağım bir yer bulsam... Ne zaman uykusundan fedakârlık edip sevdikleri şeye zaman ayırmak için, hiç düşünmeden otomatik olarak harekete geçen birini görsem, bu komşumuz gelir aklıma.
Aynı sebeple, ‘‘Benim tutkum acaba nedir?’’i bulmak için okunan uzun uzun kitaplar, çözülen ardı ardına testler, gidilen uzun kurslar hep komik gelir bana. İnsan tutkusunu bilir, sadece görmezden gelir. Tutku siz fark etseniz de etmeseniz de otomatik pilotta, söz dinlemez bir çocuk gibi kendini sürekli ortaya atar. Hayatınızın küçücük bile olsa bir anına sığışmak için durmadan can atar. Yani tutkunuzu bilmiyor olmanız aslında mümkün değildir, olsa olsa onu etiketlemeye cesaretiniz yoktur.
Mark Manson, çok sevdiğim ‘‘Tutkunuzu bulmayı boşverin’’ makalesinde konuyu şöyle der:
Tutkunuzu bulmanın canı cehenneme. Tutkunuzu zaten buldunuz, sadece görmezden geliyorsunuz. Cidden, günde 16 saat uyanıksınız, vaktinizi neye harcıyorsunuz? Belli ki bir şeyler yapıyorsunuz. Bir şeyden bahsediyorsunuz. Boş zamanınızın, konuşmalarınızın, web'de gezinmenizin önemli bir kısmını domine eden ve siz bilinçli olarak peşinden gitmeseniz de zamanınıza hâkim olan konular, etkinlikler veya fikirler var.
Tam orada, önünüzde, sadece ondan kaçıyorsunuz. Her ne sebeple olursa olsun, bundan kaçınıyorsunuz. Kendinize, "Ah, evet, çizgi romanları severim ama bu sayılmaz. Çizgi romanlardan para kazanamazsın.” diyorsunuz.
Sorun, bir şeye karşı tutku eksikliği değildir. Sorun üretkenliktir. Sorun algıdır. Sorun kabullenmektir.
Tutkunu bulma çabası, ancak suni bir tutku yaratır
‘‘Benim tutkum acaba nedir?’’ dediğinizde cevabı bulmak için ne kadar dış kaynaktan yararlanırsanız, kendinize sahte bir tutku uyduruverme riskiniz o kadar artar. Oysa özgün yanınızdan gelen, sahiden zaten hep sizinle olan tutkunuzu görmek için bakmak gereken yer içinizdeki ‘‘acıkma hali’’dir.
Soru ‘‘Neyi severim?’’den ziyade, ‘‘Neyi zor da olsa, gizli de olsa, kaçak göçek de olsa hep yaptım?’’dır.
Alkoliklikte belirtilerden biri, içtiği miktarı veya sıklığı arkadaşlarından gizlemek olarak tanımlanır. ‘‘Neye acıktığınız’’ın gerçek cevabını bulmak için sizi köşeye sıkıştıracak bir soru budur: Neyi diğerlerinden fazla yaptığınız için garip hisseder – ama yine de yaparsınız?
Neye acıktığınızda ihtiyacınız durdurulamaz olur ve otopilotta aksiyona geçersiniz?
Bu, ‘‘O zaman benim de tutkum madem kayak olsun, hadi şimdi bu hafta sonu için bir kayak bileti bakayım.’’dan farklı bir şeydir. İstemsizce iş için gidilen o seyahat bir kayak merkezine yakınsa o programa bir kayak günü eklemek ve bunu otopilotta, içindeki yaramaz çocuğun emriyle, kimi zaman başka sorumluluklarınızı görmezden gelerek yapmaktır.
Kurabiyeleri ben de severim. Ama bizim komşunun örneğinde, gece yarısı soğuk havada kurabiye yediği gibi bir durumun hiç yakınından bile geçmedim. Muhtemelen komşumuz da, sırf yazı yazmak için haftada birkaç gün sabahları –neredeyse gece yarısı- uyanmıyor, ve ‘‘Ya birkaç kelime yazacak fırsatım olursa’’ diye yaylada yaptığı trekking turunda bile yanında defter ve kalem taşımıyordur.
Hepimizi içimizden bağıra çağıra kendi yanına çekmeye çalışan bir tutkumuz var. Bu illa popüler kültürün dayattığı gibi, bir ‘‘hobi’’ olmak zorunda değil. Tutkunuz pekâlâ kurabiye yemek de olabilir, eğer bu tutkunun peşinden işi gücü bırakıp kurabiyeci açmıyorsanız da, bu hala tutkunuzdur.
Gerçek tutku ile ‘‘bulunmuş’’ tutku arasındaki farkı nasıl anlarsınız?
Gerçek tutku, açlıktan midenizi kazındırır. Onu doyurmak için dayanılmaz, içgüdüsel bir açlık hissedersiniz.
Bulunmuş tutku, yemek saatini ajandaya not almayı gerektirir. ‘‘Aa bu cumartesi balık tutmaya gidecektim, iyi ki not almışım yoksa tamamen unutmuştum.’’ dersiniz.
Gerçek tutku, yaratıcı çözümler buldurur. Açlık bastırdığında, tutkunuzla ilgili bir şeyler yapmak için, normalde aklınıza gelmeyecek bin bir yol bulursunuz. Elizabeth Gilbert, Büyük Sihir kitabında güzel bir benzetme yapar: Tutkunuzla buluşmak için, eşini aldatan birinin sevgilisiyle buluşmak için zaman bulduğu gibi zaman bulursunuz, der. Gizli aşıklar en yoğun günlerde bile öpüşmek için beş dakika ayarlar, gizlice orada burada buluşurlar, diye ekler. Sizi acıktıran tutkunuz da böyle, dünya yansa onun için mucizevi bir şekilde hep vakit yarattığınız bir şeydir.
Benim kitabımla gizlice saklanıp iki satır okuyacak yer aramam gibi, sizi harekete geçirir. Dürtükler. Saçma, garip ya da çocuksu davranmaya zorlayabilir. İçinizden bir ses ‘‘İlle de yap bunu, hadi şimdi yap bunu!’’ diye dürter de dürter.
Bulunmuş tutku, mantığı kolayca önceliklendirir. ‘‘Şimdi önemli bir iş çıktığı için bu kitabı okumayı tabii ki sonraya erteleyebilirim.’’ der. Günlük 5 dakika okuma hedefi koymak ile, günlük 5 dakika okumazsan boğulacak gibi olma hissi birbirinden farklıdır.
Gerçek tutku, birkaç öğün acıkır. Tek seferde yenen büyük bir yemek onu uzun süre doyurmayacaktır. Sürekli kendini gösterir, küçük bir bebek gibi durmadan beslenmek ister, beslenmezse basar çığlığı, kesmez ağlamayı. Yürümekse tutku, iki toplantı arası koşturmacada bile gizlice, arabaya binmek yerine yürütür. İstemsizce, uzaktaki bir marketten alışveriş yapmak için saçma bir bahane buldurur.
Suni tutkunun öğünleri, arası açık periyodlarla planlıdır. ‘‘Oh, bu haftaki yürüyüşümü de tamamladım.’’ duygusuyla, bir görevden kurtulma hissiyle biter yürüyüş. Sonra bir sonraki haftaya kadar konu rafa kalkar.
Açlığınızı takip etmek, tutkunuzu keşfetmenin en kestirme yoludur. Göründüğü kadar kolay olmamasının sebebi ise, tutkumuzun bize çok sıradan görünmesidir. O çip bizim içimizde hep vardır ve ne kadar orijinal olduğunu, o konuya ayırdığımız ekstrem vakti, verdiğimiz müthiş değeri kendimiz garip, sıra dışı ya da ilginç bulmayız. Çünkü biz doğuştan öyleyizdir.
Her hafta bu yazıları yazmak için çok erken uyandığım sabahlar için, arkadaşlarımla istisnasız her seferinde aynı diyaloğu yaşıyoruz:
‘‘Bugün de mi 4te kalktın?’’
‘‘Evet’’
‘‘Yahu inanamıyorum sana gerçekten...’’
Size çok doğal gelen ama başkalarının inanamadığı rutinleriniz, tutkunuzu işaret edebilir.
Sizin iştahınızı, harekete geçmeden edemeyecek kadar kabartan, başkaları için ise genelde olmasa da olur olan neyse, ona bir tutku besliyor olmanız muhtemeldir.
Sizi soğuk bir kış gece yarısı apartmanın önünde bekleten bir tutkunuz olduğunu düşünün: Siz o kesekağıdından neyi tüketerek özgün yanınıza kestirme yoldan ulaşma çabasında olurdunuz?