Niteliksiz komşu aranıyor
‘‘Başka insanlarla sırf iki insan olduğumuz için iletişim kurmanın kaybolduğundan yakınılan bir dönem. Sonuç odaklılık... Her şeyin bir getirisinin olması beklentisi. İşin tadı kaçıyor. Bir neşesizlik var.
Neşesizlik, ‘Her şeyin bir sonucu olacak, her şeyin bir getirisi olacak.’ bakış açısı. Keyfine, zevk için, laf olsun diye bir şeyin yapılmadığı bir durum.
Yankı Yazgan / Nasıl Olunur? podcast 172. Bölüm, Nilay Örnek
Sabah 07.00. yanımdan geçiyor birisi, az önce aynı apartmandan çıkmışız. Yüzüne zorla yapıştırdığı bir gurur, suni bir ciddiyet var. ‘‘Benim öyle önemli işlerim var, kafam öyle dolu ki dönüp sana bakamam dahi…’’ hışmıyla yanımdan geçip gidiyor hızla.
Çocuk parkında, oğlum başka bir çocuğun yanına koşuyor, çocukların iletişim kurmasına ön ayak olma umuduyla çocuğun annesine gülümsüyorum. Kafa çevriliyor ya da zoraki bir gülümsemeyle uzaklaşıp telefona gömülünüyor.
Doğduğumdan beri aynı mahallede yaşamış biri olarak, bu ‘‘Hayattaki başarım nereden belli olur biliyor musun? Seninle muhatap olmamamdan.’’ tavrının buralarda yeni bir akım olduğunu biliyorum.
Eskiden aynı yerde yaşamanın verdiği bol karşılaşmalı, tanışmasan bile hemen kaynaşmalı hali buralardan uçup gitmiş durumda. Üstelik bu ‘cool’ kostüme bürünenlerin çoğu beyaz yaka; yani modern memur. Aynı benim gibi. Hani zenginlikten, ‘sınıf farkından’ atılan bir hava, ‘‘Öyle büyük başardım, öyle çok para kazandım ki seninle uğraşamam.’’ durumu yok ortada. Hoş zaten hakikaten kayda değer bir şey başaranlar ve bileğinin hakkıyla kazananlar da son derece mütevaziler ve onlar, insanı merkeze koymanın hayati bir değer olduğunu biliyorlar.
O zaman asık suratlarımızla, birbirimizle muhatap olmayışımızla kendimize ve dünyaya kanıtlamak istediğimiz nedir Allah aşkına?
Bulaşıcı, cool ve kimseye yaramayan bir yalnızlık
Yakında doğup büyüdüğüm yerden taşınmaya hazırlanırken, bu gülümsemeyen suratlardan, birbirine neyin havasını attığı belli olmayan mesafeli komşulardan uzaklaştığıma üzülmüyorum. Ama sorun sadece bu mahallenin değişmesi mi?
Yankı Yazgan’ın tarif ettiği ‘‘neşesizlik’’ halinin ülkenin üstüne çökmüş bir kara bulut olduğunun farkındayım. Neşe için son birkaç yıldır başımıza gelenlerle hiç iyi bir zeminde olmadığımız kesin, ama birbirimize surat asıp mesafeli durarak ve kendimize bile yaramayan bir ‘hava’ yaratarak daha iyi olmayacağımız da aşikar.
Kimsenin ‘daha fazla kendisi gibi’ olmaya çalışmadığı, herkesin daha fazla ‘mutsuz öteki’ gibi olmaya çalıştığı garip bir dönem. Keeping up with the Joneses benzetmesi yapacağım evet, ama bu kez komşudan özenip koşa koşa kendimize de aldığımız şey bir ürün değil; neşesiz bir yüz, enerjisi çekilmiş bir ruh ve ne pahasına olduğunu bilmeden koruduğumuz kuru bir ciddiyet.
Evine kapanıp ‘‘Daha iyi iletişim kurma’’ kitapları okuyanların, bu kitaplardan öğrendiklerini yakın çevresinde kullanmaya hiç niyeti yok. Öğrenilen bilgiler daha ziyade, prim yapması ümit edilen kurumsal alan için öğreniliyor ve değerli ‘‘iletişim becerilerimiz’’, ortada bir iş olduğu zamana saklanıyor.
Aslında sorun yanımızdan geçenle yakınlaşmaktan erinmemiz değil. Kendimize yaklaşmaktan korkuyoruz en çok. Ya kendimize, özümüzde olduğumuz kişiye yaklaşınca umduğumuz cool’luktan çok uzak biri fışkırırsa içimizden diye ödümüz kopuyor. İçimizden doğabilecek ‘‘başkalarıyla öylesine bağlantı kurma’’ arzusu bile korkutuyor bizi.
Aradığım ‘‘Niteliksiz Komşu’’ kriterleri
Benim kriterim biraz farklı. Öncelikle hep sade ve sakin kişileri seven biri oldum. İçe dönük ruhuma, çok baskın, güç saplantılı, kendini kanıtlama çabasını abartmış ruhlar hep çok fazla geldi. Benim için ideal insan sakin, giyimi kuşamı sade, kendini kanıtlama çabası az, kendini bulma çabası çok olan insan. Çok şey mi istiyorum? Bir yemek masasının başında, zırhlarının hepsini değilse de iki üçünü indirerek gerçek, içten bir diyaloğa geçebilenleri yeğliyorum.
Kendinden çok emin olanları seviyorum, ama geçici olarak bulunduğu rol ya da şimdilik bindiği araba ona sakarinli bir güç verdiği için değil, iç yolculuğunda uzun süre geçirdiği için.
Ve hayatındaki bir numaralı değeri insanlarla bağ kurmak olan bir komşu arıyorum. Bu çok evrimsel değil mi aslında, hepimiz böyleyiz ama baskılamak için çok çabalıyoruz bu dürtüyü. Benim için bu ilkel ‘‘bağlantı kurma arzusu’’ serbest bıraktığım bir güdü; çekinmeden ve doya doya biliyor ve ifade ediyorum; en çok insanla mutlu oluyorum. Gerçek bir bağ kurmak kadar tatlı bir his bilmiyorum.
Bir insanla eğer iş yapmayacaksa, sevgili olmayacak ya da cinsel bir deneyime girişmeyecekse, ya da herhangi bir sebeple bir ortak çıkar yaşanmayacaksa bağlantı kurmaya hiç yeltenmeyen koca bir güruh var. O kümenin dışında kalanlardan birkaç komşu rica ediyorum işte. Hakikaten enerjiyi insandan alan, mutluluğun bir numaralı koşulunun ‘insan ilişkileri’ olduğu bilgisini her sene gazetelerde okuyunca, bunun üstüne düşünenlerden.
Bir yandan her sorun gibi bunun da dönemden bağımsız, tekrar eden bir sorun olduğunu bilerek, Doğan Cüceloğlu’nun ‘‘İletişim Donanımları’’ kitabının ‘Yok Etmeyelim, Var Edelim’ bölümünden bir alıntıyla bitirmek istiyorum:
‘’Bir ‘Merhaba’, bir ‘İyi günler’ demek ne kadar zaman alır? Ben ölçtüm. Merhaba demek bir saniye, iyi günler demek iki saniye kadar zaman alıyor. Sürücü, gişedeki insandan neden esirgiyor bir merhabayı? Umursamamaktan. Peki, insanları umursamayan kişi, yaşamında gerçekten neyi umursar? Gözlemlerime göre, insanları umursamayan bu kişiler ‘güç’ boyutuna çok önem veriyorlar. Karşıdakinin insanlığına ve karakterine, yani can’la ilgili özelliklerine hiç önem vermeyen, onu umursamayan kişiler, karşıdakinin makamına, mevkisine, sosyal statüsüne çok önem veriyorlar. İki insan birbirinin farkına varınca iletişim başlar ve birbirimizi umursayarak, kaale alarak var ederiz.’’