Önce mutlu olup, sonra başarmak
Saint Michel’de, hazırlık sınıfındayım. Benim gibi iç dünyasında yaşayan bir çocuk için, yeni bir okula girmek, yeni insanlar arasında yer almak çok zor bir deneyim. Kendimi her şeye yabancı hissediyor ve her şeyden çekiniyorum, fakat sığındığım tek bir şey var: Çok sevdiğim Fransızca dersi. Orada başarılıyım, yeni bir dil öğrenmeye aşık oluyorum ve kendimi tamamıyla konuya adıyorum.
Bir gün, yine bütün günü elimi kolumu nereye koyacağımı bilemediğim teneffüslerde geçirdiğim, kalabalık oyunlarda kendi yerimi bulamadığım bir gün, okuldan tam çıkmadan önceki son derste, Fransızca sınav sonuçları açıklanıyor; çok yüksek bir not almışım, sınıftaki en yüksek not bu.
Çok ama çok mutlu oluyorum. Sanırım bu Fransızca’dan aldığım ilk en yüksek not. Zil çalıp da günün en sevdiğim anı geldiğinde, hemen kulaklıklarımı takıp müziğime gömülüyor ve servisteki koltuğuma sığınıyorum. Camdan dışarı bakıp, servisin kalkmasını beklerken, kendime istemsizce bir şey söyleyiveriyorum:
“Beni hayatta en mutlu eden şey başarı!”
Karnımda kelebekler uçuşuyor, sanki aldığım o not benim parlak geleceğimin habercisi gibi, hayatımı değiştirecek gibi, dünyayı o gün ben fethetmişim gibi.
Ancak denklem sandığım kadar kolay değil. Hayatımın sonraki döneminde, başarıyla hep gelgitli bir ilişkim oluyor.
Tarafını seç: Başarı mı, mutluluk mu?
Çünkü çocukluğumdan kendime verdiğim “Başarılı insan ailesine zaman ayıramaz, ben babam gibi olmayacağım.” sözü var. Bir yanım beni başarıya doğru, öbür yanım özellikle başarıdan uzağa çekiştiriyor.
Girdiğim birkaç işte başarılı oluyor, tam terfi zamanı gelmişken istifa ediyorum. “Oo böyle bir iş teklifi gelse herkes kabul eder, ne büyük başarı!” diye bahsettiğim teklif kucağıma düşünce, ondan kaçıp, küçük olan seçeneğe gidiyorum. Daima çalışkanım ama başarıyla ilişki durumum hep karışık. Bir şekilde, başarı hiçbir zaman paçama yapışıp beni çekiştiremesin, kendi hayatımdan alıkoyamasın, ipleri eline almasın, hayatımın ana hâkimi olmasın istiyorum. Ve bunun için sağlam bir çaba gösteriyorum. Bu çaba kimi zaman kendimi sabote etmek gibi görünüyor ama olsun, sonunda mutluyum, kariyer tünelinden, yakamı paçamı başarı oltalarına kaptırmadan geçiveriyorum.
Başarı konusu, okumayı en sevdiğim konulardan biri. Ancak bu dönemde özellikle ilişkimiz dönüşmeye başladığı için daha çok ilgimi çekiyor. Sanırım içimdeki çocuğa şefkatle “Bak gördün mü, o korktuğun işkolik olmadın? Bir ailen var, arkadaşların var ve onlara tam da istediğin kadar zaman ayırıyor, önceliklendiriyorsun.” deyip başını okşayabildiğim için.
Bu baş okşama, bana aynı zamanda yavaş yavaş içimdeki, ‘ya sosyal hayat dengesini alt üst edersen’ tehdidiyle susturup yerine oturtulmuş, başarıyla motive olan yanımı sahneye davet etme izni veriyor.
Önce başarıp sonra kendini sorgulama düzenine bir alternatif
Okuduğum büyük başarı hikayelerinde, genellikle önce bilinçsizce, küçük yaşlardan kişinin kendini tamamen adadığı bir alan, ardından adanmışlık ve azmin getirdiği başarı ve orta yaşa doğru gelen “Başardım, ama hepsi bu mu?” hissi var. Ondan sonra direksiyon, başarırken zaman kalmayan ilişkiler, arkadaşlıklar, aile, aşk ve hayatın hoşlanacağımız tüm yumuşak taraflarına çevriliyor. “Sahi ben kimim, başardığım iş dışında neleri severim?”i düşünme zamanı sonunda geliyor.
Bu biraz, önce hayran olunacak güzellikte bir bina dikip, sonra temelini atmaya benziyor. Kendi temel değerlerini sorgulamadan körü körüne kendini çalışmaya adamış, neden bu kadar çalıştığını, neden başarmaya adandığını, başarmanın hangi motivasyondan geldiğini düşünmeye hiç vakit ayırmamış birçok başarılı insan var.
Böyle olması doğal, çünkü vaktimiz ve enerjimiz kısıtlı. Özellikle de sıra dışı başarılıların her basamakta oturup hayatı sorgulamaya pek vakti yok, orada daha ziyade yap, aksiyona geç, başar, şimdi daha iyisini başar şeklinde bir sarmal var.
Benim durumumda, başarı akışı tersine işledi. Çocukluktan itibaren “Ben kimim? Nasıl biriyim? Hayattan ne isterim? En önemli değerlerim nelerdir?” ekseninde çok kafa yoran biri oldum.
Bir içe dönük olarak, benim için başarıdan önce ilk mesele, içimdeki dünyanın tüm odalarının ışıklarını tek tek yakmak, karanlık tek bir oda kalmayıncaya kadar kendi ruhumun her yanına hâkim olmaktı. Arabayı hele bir kullanayım, arıza yaparsa yolda bakarız, demekten ziyade, gaza basmadan önce arabanın her bir yanını tek tek keşfetmeye çalışıyor gibiydim.
Gaza basmadan önce aracını tamamen tanımayı beklemek çoğu zaman verimsiz ve çok zaman kaybettirici bir strateji. Ama bir şekilde bu yoldan gittiyseniz, aynı zamanda büyük bir güç.
Şimdi, kendime sorduğum temel soruları cevaplamış, kendime belirlediğim öz değerlerle hizalı bir hayat kurmuş biri olarak, kendime başarı konusunda gaza basma izni veriyorum.
Bu yolda giderken, ben giderken dönenlerle sıkça yolumuz kesişiyor.
Orta yolda karşılaşınca iki durup sohbet ediyoruz.
Onlar bana, benim 10 yaşında kafayı taktığım konularımdan bahsediyorlar, 40’lı yaşlarında:
“Sahi, beni ne mutlu eder?”
“Biraz kendimle kalıp gerçekte neleri sevdiğim bulacağım.”
‘Şimdi biraz kendime, aileme, ilişkilere zaman ayıracağım.’
Hep çalıştım, ama şimdi içimdeki o müzik tutkusuyla ilgileneceğim.” gibi şeyler söylüyor, içimdeki çocuğun iyi bildiği bir dilden konuşuyorlar.
Ben de onlara, onların 10 yaşında kafayı taktıkları konularla gidiyorum:
“Ayağımı hiç gazdan çekmezsem başarıda nereye giderim, şimdi onu deniyorum.”
“Başarmak için artık beni durduran bir süreç yok, bodoslama giriyorum.”
“Her şey iyi hoş, şimdi şu önümdeki işi en iyi şekilde başarmaya odaklanıyorum.”
İkimiz de birbirimizin o ana kadar çocuk kalmış yanını iyi tanıyoruz.
Onların hayatının yumuşak, kalple ilgili, ilişkilerle ilgili olan kısmı daha bakir.
Benim hayatımın sert, başarıyla ilgili, sert bir azimle ilgili olan kısmı.
Üstelik bu yolda yalnız olmadığımı biliyorum. Bazılarımız önce temel atmaya çok zaman ayırıyor, sonra yola çıkıyoruz.
Teşekkürler Cardone amca!
Başarıyla ilgili son birkaç yıldır takip etmeyi sevdiğim bir isim Grant Cardone. Kitabı 10X Kuralı: Başarı ve Fiyasko Arasındaki Tek Fark, basitçe, “Eğer bir konuda başarılı olmak istiyorsan o konuda herkesin 10 katı aksiyon al.”, prensibini savunuyor.
Grant Cardone, Linkedin’de de postlarıyla sürekli, aksiyon almaya, kesintisiz aksiyon alarak başarmaya motive ediyor.
Geçen gün şu sözü paylaştı:
Asla, radarın altında uçma.
Başarılı olmak için, aldığın aksiyonların görünür olmasının önemini vurguluyordu. Mesleği pazarlama olan biri olarak bu benim için temel bir bilgi. Fakat bir markayı başarılı hale getirmekle, kendini başarılı hale getirmek arasında fark var. Çoğumuz bir başkası ya da bir başkasının işi, markası, şirketi için büyük adımlar atmaya, sağlam başarı kriterleri koymaya gayet gönüllü olurken konu kendimiz olunca bir anda tevazunun dibine vuruyor, un ufak oluyoruz. Oysa insan kendi başarısını da önceliklendirmeli, projelendirmeli ve görünür kılmalı; bunları yaparken de utanmamalı. Zira birileri mütevazı davranırken, ondan daha az çalışan başka birileri sırf kendini görünür kılma sanatında ustalaştığı için merdivenleri üçer beşer tırmanabiliyor, biz de bu durumu hep haksızlık olarak görürüz değil mi? Halbuki, başarımızı görünür kılmak da bize yazılan bir görev.
Kendisiyle ilgili temel ve hayati, felsefi ve kalbi konuları sorgulamakta; kendi iç koridorlarının ışıklarını tek tek yakıp aydınlık kılmakta tecrübeli olanlar olarak, başarı yolunda çömez olabiliriz.
Cardone amca da (Linkedin’deki hayranları kendisine böyle diyor, 60 yaşındaki Cardone dinç ve genç biri, bu hitabet onun yaşlılığına değil, aileden bir amca gibi takipçilerini kucaklayıp onlara samimi başarı tavsiyeleri verdiği için kullanılıyor) yola biraz geç çıkmış, en dibi gördükten sonra başarılı olanlardan.
Belki de kendi ruhunun en karanlık yerlerine kadar düşüp sonrasında başarı için ayağa kalkmak, başarı için az bulunur bir sağlam bir temel oluşturuyordur?
Benzer yollarda olduğumuz kişiler genelde ‘Asla çok geç değil’, ‘Şimdi başlayabilirim’ ile motive olmaya çalışıyorlar. Oysa kendi temelini atmaya ayırdığın zaman, aynı zamanda başarı için attığın uzun vadeli ama sağlam bir yapı taşı adımı olabilir mi?