

Discover more from Özgün Yanını Kucakla
Psikolojik sürdürülebilirlik için açık iletişim
Ben çocukken bir tanıdığımız, Japonların ne kadar kibar olduğunu ifade etmek için, Japonya’da yaşadığı bir anıyı anlatmıştı:
Bir kıyafet mağazasına gidip, bir ceket beğenmişti. Fakat denediği beden ona küçük gelmişti, reyonda da daha büyük beden bulunmuyordu. Bu nedenle satış görevlisini çağırıp, “Pardon, bunun 42 bedeni var mı?” diye sormuştu.
Sonrasında satış görevlisinin kıpkırmızı olup içeri gittiğini ve bir süre gelmediğini söyledi.
Ardından başka bir görevli gelmiş, aynı soruyu ona sorunca, aynı şekilde o da kızarıp bozararak utanç içinde içeri gitmişti.
Ve bir süre sonra içeriden mağazanın yöneticisi çıkıp “Efendim, arkadaşlarımız size söylemeye çekindiler, bunu söylediğimiz için bizi bağışlayın, mağazamızda 40 bedene kadar üretim yapıyoruz.” diyerek özür dilemişti.
***
Bir çocukluk hayali: Açık, net, direkt iletişim kuran bir yetişkin olmak
Çocukken bunu dinlerken çok saçma bir çaba olduğunu düşünmüştüm: Bana göre bir yetişkin söyleyeceği şeyi direkt ve net olarak söylemeliydi, böyle bir zaman kaybı ve ritüele gerek yoktu. Kendim o zamanlar çekingenlikten ağzımı açıp birine herhangi bir şey demekten çekiniyordum ama çocuk olmak benim bahanemdi. Büyüyünce ben çok net, direkt olacaktım.
Aradan geçen yılların ardından, gerçekten bir kısa ve öz, net ve direkt iletişim aşığı oluverdim. Hayat kesinlikle böyle daha kolaydı. Bu basitlik ve netlik tutkum biraz ileri bir seviyede, edebi metinlere bile tahammülüm olmayacak kadar.
Her zaman bu konuda iyi olduğumu düşünürdüm, ama bu hafta sonu “açık iletişim”de kendime kör bir noktama tosladım.
***
Bir sohbet esnasında harika bir uyarı çarpıverdi yüzüme:
“Şu anda bana yarım saatte anlattığını, karşındaki insanla 3 kelimede açık konuşarak çözebilirdin Gözde.”
Bazı cümleleri duyunca öylece geçip gidemeyiz, ben de bu cümlede öyle oldum. Çünkü çok ama çok haklı bir bakış açısıydı.
Konu şuydu: Ben kibarlığımı korumak, herkesi memnun eden o güler yüzlü kişi olmak adına, bir arkadaşımla yaptığım konuşmada lafı gevelemiş de gevelemiş ama bir türlü açıkça ne isteyip – istemediğimi anlatamamıştım. Sonunda bu konuşma benim hiç istemediğim bir sözü vermemle, kendimi ifade edememiş hissetmemle, konu oracıkta kapanacakken boşu boşuna konuyu sonraki diyaloglara ertelemekle geçti.
Böyle olunca da hepimizin çok sevdiği gibi, yapacak tek şey kalıyordu:
Başıma gelenleri başka birine uzun uzadıya anlatarak yakınmak, dert yanmak.
Dert yandığım kişiye anlattım da anlattım.
“Aslında ben böyle demek istiyordum, aslında şu şekilde de bunu anlatmaya çalıştım, ama bir türlü anlamadı… Halbuki şu sözlerimden çok iyi tahmin edebilirdi.” diye uzun uzun lafı geveliyordum. İşte tam bu anda suratıma çarptı yüzüme:
“Şu anda bana yarım saatte anlattığını, karşındaki insanla 3 kelimede açık konuşarak çözebilirdin Gözde.”
Çok doğruydu. Ama her zamanki gibi, doğru olduğu kadar da zor.
Açık iletişim belki de dünyanın en basit uygulanabilir tavsiyesi:
Söylemek istediğin şeyi açık ve net ifade etmek. Gevelemeden, uzatmadan, özür dilemeden, kabalaşmadan, sinirlenmeden yani duygularla bezemeden. Karşındakinin gözünün içine bakarak, en doğru en net kelimelerle söyleyivermek.
En sevdiğim, gerçekten “lider” diye tanımlayabileceğim az sayıda kişinin ortak özelliklerini düşündüğümde, hepsinde ortak olan istisnasız tek özelliktir bu.
Öyle açık konuşurlar ki, onları başkalarıyla konuşurken dinlediğimde bazen çırılçıplak soyunmuşlar gibi hisseder, onların yerine ben utanırım. Bazı ifadelerini dinlerken “Yuh, bu benim de aklımdan geçti ama bu böyle gür bir sesle direkt karşındakinin yüzüne söylenir mi!” diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Hafta sonu bu uyarıyla birden irkilince kendime sordum: Yaşadığım olayda neden açık iletişim kurmak yerine, uzun uzun olayı anlatmayı – dedikodusunu yapmayı seçmiştim?
İki temel sebebi vardı.
Birincisi, “ayıp olmasın”dı. Karşımdakine “istemiyorum, ilgilenmiyorum” demeyi ayıp buluyordum. Sanki hep kıvırmalı, hep “tabii neden olmasın bir bakalım, olabilir belki de mümkündür”lü ifadeler söylemek benim kafama bir kibarlık tacı takacaktı. Açık ve net bir şekilde birine olumsuz cevap vermenin ayıp olduğunu düşünüyordum.
İkincisi, o doğru kelimelerin bir türlü doğru zamanda ağzıma gelmemesiydi. Hep şu tartışmalardan sonra rüyasında doğru kelimelerle doğru cevabı verenlerden oldum. O açık iletişim kelimeleri benim aklıma doğru zamanda, anlık olarak gelmezler. Belki de bir önceki adımdan ötürü, onları ayıp olmasın diye baskıladığım için. (Ama gerçek sebebi, bu konudaki pratik eksikliğimden.)
Ne farkım kalmıştı şimdi benim Japonya’daki o satış görevlisinden?
Üstelik bu direkt konuşamamam neye mal oldu biliyor musunuz, direkt konuşmamı gerektirecek bir başka randevuya, karşımdakinin ve benim boşuna çalınan bir zamanına, gereksiz umutlar yeşertmeye, gereksiz düşünceler üretmeye.
Yani, gereksiz kaynak israfına.
Yazının başlığında bahsettiğim “sürdürülebilirlik” konusu buradan çıktı.
Bu diyalogda iki kişinin, bir de olayın anlatıldığı kişiyi katarsak tam üç kişinin ne kadar çok zihinsel enerjisi, zamanı israf oldu farkında mısınız? Hem de ne için? Sırf bir kişi açık iletişim kurmaktan kaçtığı için.
***
Bir koçluk hikayesi:
“Açıkça konuşmak mı? Hiç aklıma gelmemişti.”
Koçluk eğitimi alırken, sınıf içinde yapacağım ilk koçluk görüşmesinin zamanı geldiğinde çok heyecanlıydım. O zaman ben 27 yaşındaydım, görüşmeyi benden 10 yaş büyük, 37 yaşında bir erkekle yapacaktım. Görüşme konusu olarak, eşiyle sürekli yaşadığı ve bir türlü çözemediği bir sorundan bahsetti: “Artık o kadar uzun süredir, o kadar kalıcı bir sorun ki, bunu nasıl çözeceğimi bilemiyorum, çözebilir miyiz ona bile emin değilim”, dedi. Ben de, okulda öğrendiklerimi de düşünerek ona bir soru sordum:
“Bunu hiç eşinizle açıkça konuştunuz mu?”
Yüzünde bir şaşkınlık ifadesi belirdi. Bir an duraksadı.
“Aslında hayır… Hayır bunu ona hiç açıkça söylemedim, farkındadır diye düşündüm.” dedi.
Ertesi hafta ise sınıfa girdiğinde hemen yanıma geldi:
“Biliyor musunuz, örnek görüşmemizde sorduğunuz soru üzerine, ben hemen o akşam gidip eşime açıkça bu konudan rahatsız olduğumu ve değiştirmek istediğimi anlattım. O da, bunun hiç farkında olmadığını söyledi ve birlikte bu durumu nasıl değiştireceğimizi konuştuk, hatta hemen aksiyon da aldık. Size ne kadar teşekkür etsem az.” dedi.
Ben bu cümle karşısında içimden “kesin uyduruyor” diye düşündüm. Beni mutlu etmek, başarılı hissettirmek için söylüyor. Ucuz bir filmde, dandik bir başarı hikayesi gibiydi çünkü. Koskoca adamın aklına, bunca yıl yaşadığı bir sorunu karısıyla açıkça konuşmak nasıl gelmemiş olabilir? Şimdi, o adamın yaşında biliyorum ki gelmeyebiliyor.
Hatta çoğu kez gelmiyor. Çoğu sorun içimizde kendi kendine çürüyor. Dağ dağa küsmüş formatında kendi kendine devleşiyor. Ve sonra bazen bu biriken sorunlar, kimsenin haberi olmadan “bir anda nasıl bittiğini kimsenin anlamadığı” ilişkilere, “bir anda nasıl istifa edip gittiğini kimsenin anlamadığı” bir çalışana dönüşüyor. Sadece ama sadece, kafamızdakini açıkça karşı tarafa tepsi içinde sunup, gözlerinin içine bakmaktan çekindiğimiz, hatta bunu aklımıza bile getirmediğimiz için.
Öyleyse aklımızda tutalım, çok bariz gibi gözükse de unutabiliyoruz: Çözemediğimiz sorunla ilgili, sorunu yaşadığımız kişiyle açık açık, net ve direkt konuştuk mu? Yoksa içimizde burulup kırılıyor, “o bakışlarımdan anlasın”, “mutsuzluğumu fark edip o bana sorsun” diye mi bekliyoruz? “Herhalde böyle deyince şöyle düşündüğümü tahmin etmiştir.” oyunu mu oynuyoruz?
Besteci John Powell şöyle diyor:
“Bizi gerçek dünyaya götüren tek yol dürüst, açık iletişimdir... Bu şekilde, hiç olmadığımız kadar büyümeye başlarız. Ve bu yola çıktığımızda mutluluk çok uzakta olamaz.”
John Powell
Bu cümlede beni en çok etkileyen “büyüme” kısmı.
Çünkü açık iletişim kurmadığımızda, bir çocuk gibi saklanıyoruz.
Benim de o görüşmede, misafir geldiğinde annesinin bacağının arkasına kaçan bir çocuktan farkım yoktu.
Bir an için utanç hissetmemek için, basit olanı komplikeleştiriyoruz.
Daha kötüsü, gerçeği çarpıtıyoruz. Hem kendimiz, hem de karşımızdaki için.
Konu işse direkt konuşmak benim için çok kolay. Ama zor yerleri çalışmamız gerekiyor; kişisel hayatlarımızda, en “ayıp olmasın” dediklerimizle, en “aman kırılmasın” konularda net ve açık olmak üzerine çalışmamız gerekiyor.
Bu bir “çevresel sürdürülebilirlik” konusu olsaydı, bu sayede nasıl daha az malzeme kullanarak daha az doğal kaynak israf edeceğimize değinerek bitirirdim.
Ben de, açık iletişim kurarak kendi zihinsel enerjinizden, başkalarının zihinsel enerjilerinden ne kadar çok tasarruf edebileceğinizi vurgulayarak bitirmek istiyorum, bu yüzden bu konuyu “psikolojik sürdürülebilirlik” ile bağlamak istedim:
Daha az drama, daha çok netlik; daha az karmaşa, daha çok direktlik.
Açık iletişimi hem duymayı hak ediyoruz, hem karşımızdakine borçluyuz.
Ayrıca, dünyadan kalkacak dev dedikodu çöpü de cabası.
Belki de her dedikodu, karşımızdakine açıkça söylemeye çekindiğimiz 3 kelimenin, yoğrulup bükülüp 30 kelimeye dönüşmüş hali. Ve net olsak kimsenin arkasından konuşmaya; yaşanan olayları anlata anlata tekrar yaşamaya, akşamları karın ağrısı çekerek “o diyalogda şöyle cevap verseydim” diye düşünmeye de gerek kalmayacak.
Öyleyse, var mısınız zor olsa da, berbat hissettirse de net olmaya?
PS: Açık konuşmaktan bahsedip de, muhteşem Yalanın İcadı filmini hatırlamamak olmaz.
Bu vesileyle, açıklık ve direktlikte sınırların nerede çekilmesi gerektiği; nasıl kırıcı ya da incitici olmadan, ya da işleri mahvetmeden açık olunabileceği de bir başka düşünme konusu. İnsan ayarı ve kendi “makul açık iletişim” tonunu bence denedikçe buluyor. Her konuda olduğu gibi, aksiyon almadan, deneyip yanılmadan sabit bir şablonla olmuyor.
Merhaba, ben Bob, Coca-Cola şirketinin sözcüsüyüm. Bugün sizden kola almaya devam etmenizi istemek için buradayım. Elbette, yıllardır içtiğiniz bir içecek ve hâlâ keyif alıyorsanız, yakın zamanda tekrar almanızı hatırlatmak isterim. Temelde sadece esmer şekerli su, son zamanlarda içeriğini pek değiştirmedik, dolayısıyla bu konuda size söyleyebileceğim yeni bir şey yok. Yine de kutuyu biraz değiştirdik. Bakın buradaki renkler farklı ve çocuklar bizi sevsin diye bir de kutup ayısı ekledik. Kolanın şeker oranı çok yüksektir ve diğer yüksek kalorili gazlı içecekler gibi, çok sağlıklı beslenmeyen çocuklarda ve yetişkinlerde obeziteye yol açabilir. İşte bu, kola. Çok ünlüdür, herkes bilir. Ben Bob, kola için çalışıyorum ve senden kola almayı bırakmamanı istiyorum. Bu kadar. Biraz tatlı. Teşekkür ederim.
Yalanın İcadı