

Discover more from Özgün Yanını Kucakla
Geçtiğimiz 10 gündür tatildeydim. Bu vesileyle, Şubat ayından beri düzenli olarak Çarşamba ve Pazar günleri yazdığım bu blog için de kendime ilk kez 10 günlük tatil hediye ettim.
Bunun kendime verdiğim müthiş bir ödül olacağını düşünüyordum, fakat bunun yerine beni sürpriz bir his karşıladı: Yazılara ara vermek, kendime verdiğim bir ödül gibi hissettirmedi, hatta tam tersi.
Biraz konunun geçmişine gidersek, aslında 2009’dan beri bir blog yazarıyım fakat düzenli yazma hikayem çok yakın zamana dayanıyor. Atomik Alışkanlıklar kitabının bu yolda katkısı çok büyük. Kitap basitçe, bir şeyi alışkanlık haline getirmenin tek yolunun onu rutinine dahil etmek olduğunu söylüyordu.
Hoş, rutin konusuna uzun zamandır kafayı takmış biriyim. 2017 yılında yazdığım Rutinine dahil etmediğin ne varsa kaçırıyorsun başlıklı yazımda, konuya istediğimiz şeyleri yapmak için doğru zamanı beklemek perspektifinden yaklaşmıştım. Bugün ise, ‘Rutinden kaçmak için zorunlu hediyeler’ olarak bize pazarlanan şeylerin gerçekten bizi ne kadar mutlu ettiğini sorgulamak için yazıyorum.
İyi bir rutin yarattığınızda, hala tatillere ve kendinizi şımartma hediyelerine ihtiyacınız var mı?
2022’nin ilk günlerinde okuduğumAtomik Alışkanlıklar’ın ilhamıyla başlayan hikayede, rutinime dahil ettiğime çok mutlu olduğum iki nurtopu gibi alışkanlığım oldu: Yazmak ve spor yapmak.
Her ikisini de içtenlikle ve kendimi bildim bileli çok severim. Fakat bir şeyi sevmekle onu düzenli yapmak arasında bir uçurum var. Tutku otomatik olarak disiplin getirmiyor. Ama tutkunuzu disiplinli bir şekilde, düzenli bir alışkanlığa dönüştürmenin ödülü çok büyük: Sadece düzenli olmasının verdiği inanılmaz tatmin ve mutluluk.
Bu iki alışkanlığı hayatıma düzenli hale getirmek bana bunu fark ettirdi: Meğer yıllarca bir yazıp bir yazmadığım makaleler ya da, arada bir gittiğim spor salonları, bana düzenli olarak yazmak ve spor yapmanın vereceği hazzın yüzde birini bile verememiş.
Momentum
Tony Robbins, neyle ilgili konuşuyor olursa olsun konuyu ‘momentum’a getirir. Mesela, ‘‘Spor yapmak zor değildir; spor salonuna gitmek zordur’’, der. ‘‘Salona girdiğin anda ise artık momentum başlamıştır, spor yapmak için motivesindir.’’
Heyecanı, heyecan duyduğunuz konuyla ilgili hemen o anda harekete geçmek için yakıt olarak kullanmalısınız, yoksa momentumun gücünü kaybedersiniz.
Tony Robbins
Bir konuyla ilgili sürekli harekete geçmek insanı o konuyla ilgili gerçekten güçlü ve mutlu hissettiriyor. Benim için de bu bloga düzenli yazmanın, anlık hiçbir ödülün veremeyeceği nasıl bir mutluluk verdiğini, ancak yazmaya 10 gün ara verince şaşırtıcı bir şekilde anladım:
10 gün boyunca yazmamak bana dinlendirici gelmedi; daha doğrusu, 10 gün boyunca yazmayacak şekilde yorulmadığımı fark ettim. Çünkü kendime çok istediğim bir konuda, çok sevdiğim bir rutin oluşturmuştum. Tatile ihtiyaç duymayan bir rutindi bu. Kendimi tükenmişlik pahasına zorladığım, mola ihtiyaçlarımı yoksaydığım bir düzende değildim. Zaten en başta, yazı yazma sıklığımı, kendime düzenli olarak iyi bakmaya zaman bırakacak şekilde ayarlamıştım. Peki öyleyse, neden ara vermem gerektiğini düşündüm?
Tatile ihtiyaç duymayan rutin olur mu?
Her gün, kendimize nasıl iyi bakmamız gerektiğiyle ilgili bir bilgi bombardımanına maruz kalıyoruz. Kendime iyi bakma konusuna bayılırım ve fiziksel, ruhsal, mental olarak kendime iyi bakmaya çok ama çok özen gösteririm. Fakat buradaki kritik ayrımı bu tatil sonrası altın harflerle kendim için not aldım:
‘‘Tek atımlık bir özbakım’’a ihtiyaç doğurmayan rutinler oluşturmak, kendine gerçekten iyi bakmanın tek yoludur.
Kendine iyi bakmakla ilgili ‘tek atımlık’ ne çok öneriye maruz kaldığımızın farkında mısınız?
Bir gün işten izin al ve gönlünce gez.
Bir saat masaj yaptır.
Bir haftalığına tatile git.
Bir günlüğüne sağlıklı beslenmeye ara verip kendine bir tatlı ısmarla.
Yıllardır bu basmakalıp dinlenme ve eğlenme önerilerinin büyük kısmına birçouğunuz gibi abone haldeyim. Çünkü öyle gerekiyor değil mi, hafta içi rejim yapıp hafta sonu bir anda kendini tatlıya boğmak... Tüm sene çalışıp bir haftalık tatilde ise yıl içndeki tüm rutinlerinden uzaklaşmak. Kendine izin verip bir gün sporu pas geçmek.
Bu tatilde yazmaya ara verince bu konuda bir uyanış yaşadım: Severek oluşturduğum sistemlere zorla ara vermeye ve bunu kendime ‘tatil, ödül, minik bir kaytarma’ gibi pazarlamak bana ‘öğretilmiş’ bir konsept. Ben ise bundan keyif almadığım gibi, zoraki bir ara verme havasına ihtiyaç duymuyorum.
İnsan maruz kaldığı, katlandığı şeylere ara vermek istiyor bence. Çok yorucu olduğunda, çok bunaltıcı olduğunda ara vermek kaçınılmaz bir istek. Bunu çok iyi bilirim, ajansta geceyarılarına kadar çalıştığım, aylarca üst üste böyle çalıştıktan sonra feci bir ara verme ihtiyacı hissettiğim eski günlerden. Rutinin kendisi yaşamak değil tükenmek üzerine olduğunda, ara vermek, ‘kaçamaklar’ yapmak zaruri hale geliyor çünkü insanı her gün tüketen bir rutinde ruhen sağlıklı kalma ümidini tek yaratan, arada bir bu hapisaneden dışarı çıkabilmek.
Hapisaneden arada bir kaçma fırsatınız olduğunda ise karşınıza iki gerçek çarpıyor:
1/ Yeterli vaktiniz yok
2/ Yeterli paranız yok
Öyleyse buyrun size bir haftalık paket bir tatil, her şey dahil!
Bir hafta boyunca yiyebildiğiniz kadar yiyin, içebildiğiniz kadar için. Yüzebildiğiniz kadar yüzün, bronzlaşabildiğiniz kadar bronzlaşın, katılabildiğiniz kadar aktiviteye katılın. Peki bir haftanın sonunda? İşte o zaman, 51 hafta boyunca istediğiniz gibi yiyip içemeyeceğiniz, istediğiniz kadar hareket etmek yerine bilgisayar başında oturacağınız, istediğiniz kadar gülüp eğlenmek yerine ciddi sorumluluklara gömüleceğiniz rutininize geri döneceksiniz.
Sahi, gerek var mı böyle bir döngüye?
Hayatının büyük bölümünde aralıksız çalışıp bir hafta için hayalindeki hayata benzer bir hayat yaşamak kısa vadeli, belki gençlikte katlanılabilir bir strateji. Ama uzun vadede hayatın %80’ini tükenecek kadar çalışıp yorulmak, %20’sini bu uzun sürenin yorgunluğunu atmak için ara vermek olarak bölmek akıllıca görünmüyor.
Sevdiğim rutinleri tüm hayatıma yaymamın tek yöntemi: ‘Bana göre’ hallerini bulmak
15 yıldır spor yapan biri olarak ilk kez birkaç yıl önce düzenli bir spor rutini oturtabildim çünkü ilk kez ‘sürdürülebilir’ bir strateji aradım. Çözümüm, her gün minimum 10 dakika spor yapmaktı.
Bundan öncesinde yıllarca rutinim şöyleydi:
3 ay boyunca ‘vakit bulamadığım’ için hiç spor yapmıyor, 4. ay koşarak gidip bir spor salonuna yıllık ödeme yaparak üye oluyor, 1 ay spor yapıp sonra eski ‘zaman bulamayan’ halime geri dönüyordum. Spor salonu bir daha beni yine bir yıl görmüyordu.
Çünkü hedefim ‘Ya haftada 3 gün 1’er saat spor salonuna gitmek ya da spor yapmamak’ şeklindeydi ve günlük hayatıma uygun değildi.
Spor konusunda bana çözüm pandemide, Pamela Reif’in YouTube videolarını keşfetmemle geldi. Çocuklu, kurumsal hayatta çalışan bir anne olarak spor salonuna gitmeye vakit bulmanın benim için bir fantezi olduğu önkabulüyle, benim istediğim zaman ayağıma gelen ve yolda vakit harcamadığım bir spor salonu fikri cazip geldi.
Artık ağırlıklı olarak sabah erken saatlerde, ya da uygun olduğum herhangi bir saatte, minimum 10, genelde 20, bazen 30-40 dakika spor yapıyorum. Bu sürdürülebilir ve şefkatli – kendi hayatıma adapte olabilen- program sayesinde spora ‘ara verme’, ‘Sporsuz bir hafta geçirme’ gibi ihtiyaçlar duymuyorum. Bilakis, onu seviyor, yapamadığımda özlüyor ve hemen kavuşmak istiyorum.
Yazma rutinim de benzer şekilde oluştu: Sevdiğiniz bir hobiyi rutine oturtmanın hayat kalitenizi göklere çıkarabileceğini bana öğretti. Haftada iki gün yazmak benim için başarılabilir bir hedefti. Yıllar sonunda yaptığım tek değişiklik bir disiplin meselesiydi, kendime, ne olursa olsun her Pazar ve Çarşamba yazma sözü verdim ve onu sorgulanmaz bir rutin haline getirdim.
Kimi zaman daha az uyumama, kimi zaman yemeği dışardan sipariş etmemize, kimi zaman kimi zaman gece 2’ye kadar iş yaptıktan sonra 2.30’da yazmaya başlamama sebep olsa da bunları sorgulamadım. Kararım netti, bu benim için artık bir rutindi.
Böylece spor gibi yazmak da artık benim haftalık rutinim ve ara verme ihtiyacı hissetmiyorum, tatilde gördüm ki, ara verdiğimde boşuna dengem bozuluyor, ‘momentum’ sekteye uğruyor ve özlüyorum. Kaçmaya, durmaya, uzak kalmaya ihtiyaç hissetmiyorum bilakis, özene bezene kurduğum rutinimden çıkmaya gönülsüzüm.
Pazarlanmış ‘rahatlama paketleri’ni bırakıp, uzun vadeli keyifli rutinlere yatırım yapmak
Bu iki alandaki rutinlerim ve bu tatilde yazmaya ara vermenin ardından bana kalan şu oldu:
Konu ‘1 haftalık paket tatil’ yerine, o tatile fiziksel ve ruhsal olarak daha çok benzeyen bir hayat yaratmak.
‘Emekliliğe gün saymak’ yerine, hayalindeki emekliliğe daha çok benzeyen (belki daha esnek) bir çalışma rutinine geçmek. (Bunu da geçen yıl yapmıştım ve rütbenin, paranın değil bana esneklik ve denge sağlayacak bir hayatın peşinden koşarak kimilerine göre şaşırtıcı bir kariyer hamlesi yapmak, verdiğim en doğru kararlardan biriydi.)
Soru;
‘Nasıl kendime bir keyif armağan ederim?’ değil,
‘Nasıl kendime uzun vadede bayılacağım bir rutin yaratırım?’ olmalı.
**************
Tıpkı ‘Nasıl hızlı zengin olurum?’ değil,
‘Nasıl uzun vadeli bir servet oluşturabilirim?’ olması gerektiği gibi.
**************
Tıpkı, ‘Nasıl 10 günde 5 kilo veririm?’ değil,
‘Nasıl kendime hayat boyu sağlıklı bir beslenme düzeni yaratırım?’ olduğu gibi.
**************
Hepimize, tek atımlık, temassız kartla ödenebilen, etkisi çabuk geçen ‘mola’lar yerine kalıcı, sürdürülebilir, uzun vadede sağlam, derin bir mutluluk veren rutinler diliyorum.
Neresinden ele alsak hayatımızı çok değiştirebilecek, deniz derya bir konu. Önerileriniz, başardıklarınız, rutin tavsiyeleriniz varsa lütfen paylaşın.