Uzun yıllar okulda, işyerinde, hobilerimde, biri benim sessizce yaptığım harika işleri görsün ve beni keşfetsin diye bekledim. İçten içe hepimiz bekleriz bunu. Özellikle de kendini ortaya atmaya, yaptıkları hakkında konuşmaya pek yatkın olmayanlar.
Müzik dersindeki hocama, nasıl benim harika tempo tuttuğumu en arka sıradan fark etmediği için darılmamla başladı. Tiyatro okulundaki hocamın beni elimden tutup bana bir sanatçı kariyeri planlamamasına üzülmemle devam etti.
23 yaşına geldiğimde, çalıştığım reklam ajansında gece 12’ye kadar çalışıyordum çünkü bir gün, mutlaka biri bu fedakâr ve cefakâr eforlarımı keşfedip ödüllendirecekti.
Hayat genelde insanlar fırsatları, fırsatlar insanları beklerken geçip gidiyor.
Sessizce keşfedilmeyi bekleyenler genellikle büyük bir kalp kırıklığı yaşıyor, ben de yaşıyordum. Bunca emeğimi nasıl görmezdi kimse? Canla başla çalışıyordum, yetenekliydim, öyleyse neden hayatıma “o insan” bir türlü gelmiyor ve bana hayatımın teklifini yapmıyordu?
Uzun bir bekleyişin ardından, dayanamayıp kafamı “diğer taraf”a uzatıp bir bakmaya karar verdim. Diğer taraf, biz sessizce bekleyenlerin aksine, istediğini almak için adım atanların tarafıydı. Adım atmak derken, fark edilmek için gece gündüz çalışmak, aralıksız emek sarf etmekten bahsediyorum. Kendi varlığını fark ettirmenin böyle bir çaba gerektirmesi, sessizce beklemeye alışık olanların kalbini sıkıştırır. Benimkini de sıkıştırdı.
Bir pazarlama profesyoneli olarak, bütün işim ürünleri görünür, beğenilir, istenir kılmak ve nihayet insanların onlara sahip olmayı, bunun için para ödeyecek kadar fazla istemesini sağlamak. Fakat konu bunu kendim, kendi yeteneklerim için yapmaya gelince, birden bir bebeğe dönüştüğümü fark ediyordum. Çünkü pazarlama dünyasından farklı olarak, insan kendi hayatında bazı şeylerin kolay, zahmetsiz ve plansızca olmasını istiyor.
Eğer yaptığı şey iyiyse, onun otomatik olarak duyulması, yaygınlaşması ve ödüllendirilmesinin insani bir beklenti olduğunu düşünüyor.
Çok sevdiğim kült pazarlama kitaplarından Hit Makers, hit şarkıların, filmlerin, kitapların nasıl hit olduğunu anlatır. Kitapta sevdiğim bir cümledir:
İçerik kralsa, dağıtım krallıktır.
Yani harika bir sesiniz, yazma yeteneğiniz, müthiş bir profesyonel beceriniz olabilir ama duyuramıyorsanız, krallığınızı kuramayacaksınızdır. Sert bir bilgi değil mi?
Kendini gösterebilmek, dış dünyada görünür olabilmek konusuyla ilgili okumaya yıllar önce başladığımda, bana okuduğum her şey çok sert geliyordu. Benden milyonlarca yıl uzakta başka bir gezegenden seslenir gibilerdi. “Mümkünse enerjimi tüketmemek için telefonda dahi konuşmayayım, mesaj yazayım.” tutumundaki ben için, kendini sürekli ortaya koymak, görünür kılmak dayanılacak bir emek gibi görünmüyordu.
Alışveriş merkezinde keşfedilen manken miti
Kendi adıma, bu keşfedilme tuzağına ilk nereden düştüğümü biliyorum: Ben çocukken mankenler televizyona çıkıp keşfedilme hikayelerini anlatırlardı.
Nasıl keşfedildiniz?
Alışveriş merkezinde yürüyordum, bir yetkili gelip beni keşfetti.
Bu hayal benim fetişim olmuştu. Birinin beni görüp keşfetmesi arzusuyla uzun zaman geçirdim. Benimki görsel bir hayal değildi, yazılarımı okuyan, şarkı söylememi dinleyen, ajansta nasıl iyi işler yaptığımı gören yetkililerden bu konularda destek bekliyordum. Olmadı.
Sonra bu konuyla ilgili okumaya ve kendimi geliştirmeye karar verdim.
Seth Godin, İkarus Yanılgısı, bu konuda kült kitabımdır. Seth Godin kitapta şöyle der:
YouTube kendi şovunuzu yayınlamanızı istiyor, ancak bunun için sizi aramayacak.
Kendinizi köşede umutla bekleyen birinden, fark edilmemesi imkânsız birine dönüştürmek tamamen bir eyleme geçme işidir ve bu yüzden zordur. Çünkü eyleme geçmemek sadece tembellikten kaynaklanmaz, yıllarca içinize kazıdığınız inançlarınızı değiştirmeyi, içinizdeki şeytanla mücadele etmeyi gerektirir.
Bir şey yap
Keşfedilme dürtüsü bizi yanlış bir yolda daha fazla eyleme geçmeye motive eder: Eğer keşfedilmiyorsak, bunun sebebinin yeterince çok çalışmamamız, yeterince iyi işler ortaya koymamamız olduğunu düşünürüz. Bu inançtaysak, keşfedilmek için, kendi emeğimizi görünür kılmakla ilgili çalışmak yerine, kapalı kapılar ardında verdiğimiz eforu maksimize etmek için debeleniriz. Ve sonuç değişmez, çünkü hâlâ görünmez bölgedeyizdir.
Keşfedilmenin tek yolu ise kalkıp kendini keşfetmektir.
İlk duyduğunda insanın midesini bulandırabilen, çünkü aslında ucuz bir pazarlama taktiği gibi görünen bir yaklaşım. Ama aslında öyle değil, bu kendi yeteneklerimize, hak ettikleri spot ışığını tutmak için vereceğimiz bilinçli, tutarlı bir çabadan ibaret.
Koltuktan kalkıp eyleme geçmeye, bunu sürekli yapmaya ve görmesini istediğimiz insanlar yaptıklarımızı görene kadar azimle devam etmeye istekli olmamız gerekiyor.
Eylem, kendi içinde büyü, lütuf ve güç barındırır.
Julia Cameron, Sanatçının Yolu
Bunun uzun soluklu bir eyleme geçme yolculuğu olduğunu ve, bir gün gelip bizi bir anda, alışveriş merkezinde yürürken keşfedecek biri mitine karşı çok yorucu göründüğünün farkındayım. Ben yıllarca sırf bu yüzden bu yola hiç çıkmadım.
Bir içe dönük olarak en büyük fetişim enerjimi dengeli kullanmak ve mümkün olduğunca hızlıca kabuğuma geri dönmek iken, böyle bir görünürlük yolculuğuna girecek gücü nereden bulabilirdim?
Burada göremediğim bir şey vardı; asıl ödülün yolun sonunda görünür olmak değil, yolu yürürken dönüşeceğim kişiye dönüşecek olmam olması. Bugün Dr. Hüseyin Güler paylaştığında tekrar karşıma çıkan, sevdiğim bir sözün kanıtı gibiydi bu yolculuk:
Yaptığımız çalışmaların ödülü sonunda elde ettiğimiz şey değil, yolun sonunda kime dönüştüğümüzdür.
Paulo Coelho
Bu bir farkındalık yazısı, eyleme geçmekle ilgili öneriler için devamı gelecek. Bu yazı özelinde tek bir mesajın çarpıcı olmasını istediğim için işin sadece bu kısmını kapsıyor: Kimse gelip sizi keşfetmeyecek. Kimse, yıllardır beklemenizin sonucu olarak sonunda iyi niyetli çabanızı görüp alnınızdan öpmeyecek. Sizin kalkıp çabanızı görünür kılmanız gerekiyor, çünkü yolculuk ancak böyle başlayacak.
Beni keşfetmeyenlere bir sitem
2009 yılında blog yazmaya başladım. Daha yazmaya başladığım ilk dönemlerde, blogum oldukça iyi okunuyordu. Blogumu okuyan birkaç dergi ve gazete yetkilisi, zaman zaman benden yayınları için yazı yazmamı istediler, ben de yazdım.
Aynı yıl, Serdar Kuzuloğlu blogumu okuyup ‘Yazılar çok iyi, tebrik ederim.’ diye bir mesaj attı. Havalara uçmuştum, 23 yaşındaydım ve tüm bu olanlar benim için büyük bir umuttu.
Aradan geçen 14 yılda, birçok yerde yazılar yazdım, birçok kişiyle yazılarım sayesinde tanıştım, sırf yazılarımı beğendiği için bana pozisyonumun kat be kat üstünde pozisyonlarla iş teklifi getirenler oldu.
Ama tüm bunlar olurken ben hala keşfedilmeyi bekliyordum!
Samimiyetle, bana karşı atılan tek atımlık iltifatlara dargındım.
Evet yazı teklifleri geliyor, iş teklifleri geliyordu ama neden biri de babacan bir tavırla gelip sırtımı sıvazlayıp beni bütünüyle bir yazar yapmıyordu?
Düzenli yazmıyordum, en büyük hatam buydu ama düzenli yazamazdım, çünkü henüz keşfedilmemiştim. Kimse beni keşfetmemiş, ben keşfedilmiş biri olmamışken düzenli yazmak gibi delice zaman isteyen bir eyleme ne gerek vardı? Canım çektiğinde, bilgisayarımı sırtıma takıp, bir kafeye gidip yazıyordum. Bazen Büyükada’ya gider, tüm gün orada yazı yazardım mesela, ne güzel ne tatlı ve romantik bir yazarlık ritüeli.
Kim bilir, belki de beni keşfedecek o ulvi kişi beni Büyükada sokaklarında bekliyordu?
Tahmin edeceğiniz gibi, bu keşfedilme hikayesi beklenen kişinin gelmesiyle bitmiyor. Aslında, sonunda tahmin ettiğim gibi oldu:
Biri gözlerimin içine bakıp dedi ki,
Gözde, 10 küsür yıldır yazıyorsun. Ne zaman yazsan, çok iyi tepkiler alıyorsun. Ama bir yazıp bir yazmayarak bir türlü bir düzen kuramadın, bu yüzden de bir türlü ilerleyemedin.
Gel bir anlaşma yapalım. Sana demir gibi bir disiplinle düzenli yazacağın bir düzen kuralım. Bunun için, Atomik Alışkanlıklar’da James Clear’ın önerdiği gibi, alışkanlığı görünür kılalım, sana bir yazı odası tasarlayalım. Ve sen bugün bana söz ver, ne olursa olsun, ama ne olursa olsun, düzenli olarak yazacaksın. Yok iş yoğunlaştı, yok çocuk hasta oldu, yok bugün yorgunum, ama arkadaşımın doğum günü yemeği var falan demeyeceksin. Hatırlıyor musun Tony Robbins karar vermekle ilgili ne der? Karar vermek, mümkün olan diğer bütün seçenekleri elemektir. Ben de şimdi senin, düzenli olarak yazmak haricinde bütün seçenekleri elemeni istiyorum.
Ancak, yazmak yetmeyecek, ikinci konu yazılarını görünür kılmak olacak. Bunun için, senin potansiyel okuyucuların neredeyse oraya gitmen, onlara yazılarını göstermen için yine senin çaba sarf etmen gerekecek. Onların olduğu yerlerde yazılarını yayınlayacaksın, mümkün olan her yerde yazılarını paylaşacaksın. Yetmeyecek, gittiğin yerlerde mutlaka yazı yazdığından bahsedecek, kendini anlatacak, ifade edeceksin.
Saklanma dönemi bitti, eğer bu konuda ciddiysen, kendini keşfedecek tek kişinin sen olduğunu artık fark etmek zorundasın. Kimse seni keşfetmeyecek. Kimse senin içindeki o güzel, tatlı, naif kız çocuğunu elini daldırıp içinden çıkarmayacak. Sen yapacaksın bunu, o yüzden hadi koltuktan kalkıp, iş başına.
Aynada baktığım kendimdim, kendimle konuşuyordum. Sizin de böyle yapmanız gerekeceğini, şimdi kalbinizi kıracak olsa da söylemek istiyorum. O güzel kalbinizle, o çalışkan ruhunuzla canla başla çalıştığınız konuları görünür kılmak için, ne kadar doğanıza ters gelse, ‘Bana göre değil bu işler’ deseniz de biraz çaba sarf etmenizi rica ediyorum.
Kendinizi o alışveriş merkezinde ‘Belki bir manken keşfederim’ düşüncesiyle yürüyen adam gibi düşünün, ve yürürken kendinize rastladığınızı hayal edin. Omzunuza dokunup ‘Pardon, bakar mısınız?’ deyin ve tılsımlı bir kendi kendine keşfedilme sürecini başlatın.
Bu yazıda alıntı yaptığım – ve başucu kitabım olan, şiddetle tavsiye ettiğim üç kitap
Hit Makers / Derek Thompson
İkarus Yanılgısı / Seth Godin
Sanatçının Yolu / Julia Cameron
Bonus içerik: Kendini keşfetmenin ve başkalarının keşfetmesini sağlamanın en zor kısmı, Networking
Dün Ertuğrul Belen’den networking eğitimi aldık ve aldığım en iyi eğitimlerden biriydi. Orada o çok faydalı araçları anlatırken düşündüm, bu tip eğitimlere gittiğimde, ‘keşfedilmeyi bekleyen’ halimle hep şu hisle otururdum: ‘Çok güzel, çok doğru, fakat bana göre değil.’
Bir şeyin nasıl yapılacağını öğrenmekle, kalkıp onu yapmak arasında bazen kilometreler uzunluğunda bir yol var. Keşfedilme fetişi olanların bir inancı, ‘Bilgileri istifleyeyim, doğru zaman gelince eyleme geçerim.’dir. Ben de yıllarca bunu yaptım. Çünkü bilgiyi istifledikten sonra, onu hayata geçireceğim doğru zamanın bir gün geleceğini düşünüyor ve o doğru zamanı bekliyordum. Ama kesinlikle o doğru zaman hemen eğitimden sonra değildi.
Şimdi biliyorum ki eyleme geçmenin tek doğru zamanı, hemen şimdi. Bir eğitime katıldıysam ve bana konuyla ilgili eyleme geçmem için ek kaynaklar gönderildiyse (ki dünkü eğitimden sonra gönderildi), 24 saat içinde bir aksiyon almazsam kaynakları siliyor ya da gözümün önünden kaldırıyorum. Bu kendime koyduğum bir kural, çünkü bir şey bir kez ‘ertelenenler’ kategorisine girdi mi, oradan otomatik ‘asla yapılmacaklar’a düşüyor. Yapacaksam şimdi yapmalıyım, niyetlendiysem hemen bu yazıdan sonra başlamalıyım.
Tüm bunlarla uğraşmak ve bu kadar aktif olmak, bu kadar çok eyleme geçmek yerine oturup sakince keşfedilmeyi beklemek kesinlikle daha tatlı geliyor, doğal eğilimimiz de bu. Ama artık biliyorsunuz, koltuktan kalkmak ve işe girişmek gerekiyor.
Kapatırken
Bana çok güzel mesajlar gönderiyorsunuz, çok güzel sorular soruyorsunuz hatta blog yazılarının bir kısmının konusu sizin sorularınızdan çıkıyor. Buralarda yeniyseniz, sorunuz, şu konuyla ilgili yazsanız dediğiniz bir konu olduğunda gozdeattila@gmail.com a yazabileceğinizi hatırlatmak istiyorum.
Ayrıca eğer abone değilseniz bu bültene, aşağıdaki butonu tıklayarak üye olabilirsiniz.
Yazınızı büyük bir ilgiyle okudum. Bu konular üzerine düşündüğüm ve düşüncelerimin de karmaşık olduğu bu günlerde yazınız ışık oldu yoluma. Teşekkürler.
Çok güzel bir yazı. Teşekkürler!🙋♀️☀️