Sorunun çözümsüz göründüğünde ne yaparsın?
‘‘Yapacak bir şey yok.’’
Sahiden öyle mi?
Bazen insan çok çaresiz hisseder. Bir sorun gelip onu elleriyle boğuyormuş gibi olur. Bazen de bir sorun yoktur fakat olmayacak istekler doğar içimizde, kendimizi ayıplarız ‘‘Yahu bunun olmayacağını bilmiyor musun, çocuk musun?’’
Eminim şu anda, hayatınızda, çözümü olmadığına emin olduğunuz için kutulayıp, üzerine Çözümsüzdür damgası vurarak rafa kaldırdığınız küçük veya büyük en az birkaç konu vardır. İşte bugün, o kutuları tozlu raflardan indirip birlikte tekrar bir açıp bakalım diye yazıyorum. Sorum şu, çözümsüz görünen bir sorunun, aslında hiç ummadığınız bir çözümü olabilir mi?
Başucu kitaplarımdan biri olan Tanrılar Okulu’nda, bu konuyla ilgili çokça referans gösterdiğim, harika bir pasaj var:
Kitapta Dreamer, kahramanımızdan, kapalı gişe oynayan bir tiyatro oyunu için son dakikada iki bilet bulmasını ister. Yani kendi dünyamıza adapte etmek gerekirse bunu, Tarkan konserine, iki gün kala bilet bulma çabası olarak düşünebiliriz :) Biri sizden böyle bir şey istese, aklınızdan ilk olarak ne geçer?
‘‘Ama bu imkânsız, Tarkan konser biletlerinin çıkar çıkmaz tükendiğini herkes bilir!’’
Bunu dediğiniz anda, olasılıkları kendi elinizle kısıtlamış olursunuz. Bunu otomatik olarak kabul ettiğiniz anda, artık yaratıcı düşünmez, farklı çözümler aramak için kafanızı çalıştırmazsınız. Daha soru geldiği anda, yenilgiyi kabul eder ve köşeye çekilirsiniz.
Kitapta da kahramanımız, Dreamer kendisinden çok popüler bir gösteriye son dakikada iki bilet bulmasını istediği anda, kafasında bu tepki canlanır: ‘‘Ama bu mümkün değil ki! Sefiller’e son dakikada bilet bulunamayacağını herkes bilir!’’
Bu temel inancına rağmen, harekete geçer ve biletleri bulmak için, kaldığı otelin resepsiyonuna telefon eder. Oteldeki görevli, son dakikada gelen ‘‘Sefiller’e iki bilet var mı?’’ sorusuna, kahkahayla güler: ‘‘Nasıl yani, bilmiyor musunuz? O gösteri için üç ay öncesinde bile yer bulabilir misiniz bilmiyorum...’’ der ve telefonu kapar.
Kahramanımızın inancı doğrulanmıştır, zaten talebin budalaca olduğu aşikardır. Dreamer’a, biletleri bulamadığını söylediğinde ise, Dreamer, hayran olduğum yanıtını verir:
‘‘O biletleri ‘sen’ bulamadın! Onları bulabilmek için kendi yazgının raylarından çıkmış olman gerekirdi. Onları bulmak seni ebediyen değiştirecekti!
Sen hala dünyanın betimlemesiyle uyutulmuş durumdasın. Sana göre, gerçeklik dünyadır! Oteldeki görevli sana bunun için üç ay gerekeceğini söylediği anda sen zaten yenilgiyi kabul etmiştin. O andan itibaren sen biletleri aramadın. O dakikadan itibaren, sen biletleri değil, dünyanın sana dayattığı imkânsızlık tarifini desteklemek için, her şeyin gerçekten öyle olduğu ve başarmanın imkânsız olduğu inancını güçlendirmek için mümkün olan yolları aradın.
Teslimiyetin, her girişiminden önce oraya varıyordu ve seni beklediğine inandığın ‘hayır’lar, sen daha kapıyı çalmadan orada hazır bekliyorlardı. Sanki başarısızlık kehanetini doğrulamak ve kendine bulamayacağına dair verdiğin sözü onurlandırmak için boyun eğdin: Başarmak için her yolu denediğin inancıyla, karşıma yenik gelmeye dair kendine verdiğin söz.
O adama inanmak... Dünyanın sesine körü körüne inancın bir parçasıdır. Onun ifadesini kabul ettiğin andan itibaren, artık başarmak için değil, yenilgini haklı göstermek için çalıştın. İşte senin yaşam öykün... Yenilginin kehaneti.’’
Bu çok tanıdık bir senaryo değil mi? O kadar ki, hepimizin her gün kendine durmadan tekrarladığı bir takım peşinen kabul edilmiş ‘imkânsızlık senaryoları’ var.
‘‘Bu işyerinde terfi edemem ki.’’
‘‘Bu saatten sonra kilo veremem ki.’’
‘‘Hayatta beni o okula kabul etmezler ki.’’
‘‘Başvuru tarihi geçmiş, demek ki artık başvuramam.’’
Pasif kalmak, bir şeylerin dış dünya tarafından belirlendiğini düşünmek dinlendiricidir. Maruz kaldığımız uyaran sayısını azaltacağı, bizi anlık olarak bir nebze rahatlatacağı için keyiflidir. Konfor alanımızda kalmak için açık davetiyedir. Fakat azıcık rahatsızlığı göze alıp, her ‘hayır’ın aslında hayır olmadığını düşünmeye başlamak... Çözümsüz görünen sorunlara başka başka çözümler bulunabileceğine dair yeni bir inanca geçmek... hayatınızı zenginleştirebilir, büyütebilir, hatta komple değiştirebilir.
Şu anda üzerinde kaç şey değiştirebilirsin?
2013 yılında Sola Unitas’ta koçluk eğitimi alırken, bu konuyla ilgili unutamadığım bir egzersiz yapmıştık. Ben eğitimlerde egzersizler, oyunlar, aktiviteler başladığında gözlerini devirenlerdenim. ‘‘Hadi bana bilginin konsantre halini ver de uzayayım.’’ tarzı insanlardanım, bilgiye dolaylı yoldan ulaşmayı, oyunlaştırmaların içinde bulunmayı sevmem. Fakat bu oyun hiç aklımdan çıkmadı.
Oyun çok basitti. İki kişi karşılıklı duruyorsunuz. Ve eğitmen bir komut veriyor:
‘‘Şimdi birbirinize arkanızı dönün, ve kendinizde bir şeyi değiştirip, geri dönün. Bakalım karşınızdaki arkadaşınız neyi değiştirdiğinizi fark edecek mi?’’
Hmm, kolaymış diye düşündüm. O gün gömlek giymiştim, gömleğimin ilikli olan kollarını kıvırdım ve geri döndüm. Arkadaşım fark etti. O da toplu olan saçlarını açmıştı, ben de onun yaptığı değişimi hemen fark ettim.
İkinci görev, yine arkamızı dönüp, bu kez üzerimizde iki şey değiştirmekti. Ve oyun böyle devam etti, üç şey değiştirin, dört şey değiştirin...
Oyun ilerledikçe, katılımcılardan itiraz sesleri çıkmaya ve sorular gelmeye başladı, bazılarıysa sinirlenip pes etti:
‘‘Ama hocam daha fazla değiştirecek bir şey yok ki...’’
‘‘Şey, acaba odadaki bir eşyayı kullanabilir miyiz?’’
‘‘Hocam, benim oyunum bitti bu kadar, bende değişiklik yapacak şeyler tamamlandı.’’
Eğitmen cevap vermedi, yönlendirme yapmadı ve sadece şöyle dedi: ‘‘Şimdi ise, beş şey daha değiştirin...’’
İtirazları sanki duymuyor gibiydi ve ısrarla değişiklik yapılacak şeylerin sayısını artırmaya devam ediyordu.
Yandaki ikiliden birinin, çorabını çıkarmaya başladığını gördüm.
Ben yandaki masadan bir kalem kapıp kafama taktım.
Biraz sonra, bir arkadaşın sınıfta duran saksıyı sweatshirtünün cebine sokuşturduğunu gördüm.
Bir kadın çantasından peçete çıkarıp, rujunu sildi.
Oyun ilerledikçe, sınıfın bulabildiği değişikliklerin sınırları genişliyordu.
Biraz önce, daha 3. – 4. Değişiklikte ‘‘ama hocam başka bir şey değiştiremeyiz ki’’ 'diyen kitle, şimdi sanki kendine meydan okur gibiydi. ‘‘18. Şeyi değiştirin... 19. Şeyi değiştirin...’’ Oyun tüm çılgınlığıyla devam ediyordu.
Bir adam sırayı sırtlayıp kaldırdı...
Bir kadın tahta silgisini, kıvırdığı pantolon paçalarının arasına soktu...
Artık egzersizin amacının, ‘‘Bakalım karşıdaki arkadaşım değişikliği fark edecek mi?’’ olmadığını anlamıştık. Egzersizin amacı, ‘‘Bu soruna bulunabilecek başka çözüm yok.’’ dediğimiz noktalarda kendimizi zorlar, yaratıcılığımıza alan açarsak, ne kadar fazla farklı çözüm üretilebileceğini bizzat deneyimleterek göstermekti. Bu koçluk seanslarında da koçlar olarak, danışanların çözüm bulma yolculuğunda sıkça yaptırdığımız bir egzersiz.
Tony Robbins bu durumu şu cümleyle özetler:
Konu sahip olduğunuz kaynaklar değil, kaynak yaratabilme gücünüzdür.
Tony Robbins
Kimi insan ‘‘Ama benim bunun için param yok ki...’’ der.
Kimi insan, ‘‘Bunun için param yok, öyleyse bunu başka nasıl yapabilirim?’’ diye düşünür.
Kimi insan ‘‘Konsere iki gün kala Tarkan konserine bilet bulunmaz.’’ der.
Kimi insan ‘‘Konsere iki gün kala Tarkan konserine nasıl bilet bulabilirim?’’ diye düşünür.
Ancak benim için bu felsefe, tüm bu egzersizlerden önce, unutamadığım bir anda başladı. Herhalde 5-6 yaşındaydım, annem yatağın nevresimini değiştiriyor, ben de yanında duruyordum. Ona ne olduğunu bile hatırlamadığım bir soru sordum, cevap olarak; ‘‘Bunu sakın unutma, hayatta her şeyin bir çözümü vardır.’’ dedi. O cümle o gün o kadar ilgimi çekti ki, hiç unutmadım. Ve daha çocukken, ‘‘mutlaka bir çözümü vardır’’ ı içselleştirdiğim için bu soruyu otomatize ettim: ‘‘Peki başka nasıl çözebilirim?’’
Elbette bazı sorunlar çok çetin. Bazıları çok çetin değil ama yine de o anki ruh halinizle çok fazla geliyor. Bazı sorunlar büyük hayal kırıklığı yaratıyor, çok öfkelendiriyor. Bu duyguları sonuna kadar hissetmeye varım. İnsan bazen doya doya ‘‘Lanet olsun be!’’ demek istiyor. ‘‘Bu da beni mi buldu?’’ diye isyan etmek istiyor. Verimli bir çözüm düşünmek yerine Nutella’ya çorba kaşığıyla dalmak, perdeleri kapatıp Netflix izlemek, arkadaşını arayıp uzun uzun söylenmek, asık suratla ortalarda gezinmek istiyor. Tamam, tabii, bunlar da işin bir parçası.
Ama sonra sakinleşince, tekrar aklıselim bir hale dönünce şunu hep hatırlamak, bir mantra gibi boynunda taşımak hayatını değiştirebiliyor:
Ortada bir sorun varsa, bin çözüm vardır.
Çözümsüz görünen bir sorun için, bir sayfaya ‘‘Peki bunu başka nasıl çözebilirim?’’in cevaplarını yazmak, keyifli bir oyun ve şaşırtıcı bir deneyimdir. Denemek ister misiniz? Biz koçluk seanslarında sıkça yapıyoruz. Bir keresinde bir danışanım ‘‘Yahu sizi bu sorunla rahatsız ettiğim için özür dilerim, çözümü apaçık ortadaymış, nasıl göremedim.’’ demişti, birlikte gülmüştük. Bazen kolaya kaçmak, şikâyet etmek, ‘‘Tamam, bunun çözümü yok.’’ demek, özellikle de kültürel olarak buna alışıksak normal gelir. Fakat başka bir çözüm genellikle her zaman vardır. Bugün yan yollara bakmaya, ‘‘Oraya başka nasıl gidilebilir?’’i düşünmeye var mısınız?