Terapi Serisi 02: Terapi süreciyle ilgili merak ettikleriniz
Bu yazıda, psikoloğumu nasıl seçtiğimden, terapi sürecinde beni en etkileyen anlara; bir psikoterapi sürecinden en iyi nasıl fayda sağlanacağından, terapi odasında konuşulacak konuların nasıl ortaya çıktığına detaylı gözlemlerimi paylaşacağım.
Bu, bu konuyla ilgili yazdığım ikinci yazı. İlki ise şuydu:
Terapi konusunda yazmayı özellikle önemsememin sebebi, kendim psikolog seçim sürecimde bu konuyla ilgili genel geçer tavsiyeler haricinde (psikoloğunuzun eğitimine bakın, diplomalarını görmek isteyin, kaç yıl tecrübeli olduğunu araştırın vb.) samimi bir kaynağa ulaşamamış olmamdı.
İlk yazıda beni terapi sürecine başlamam için tetikleyenin ne olduğundan, terapinin neden başka hiçbir sürecin ikame edemeyeceği bir fayda sağladığından bahsetmiş ve size bu konuyla ilgili merak ettiğiniz diğer soruları da sonraki yazıda yanıtlayacağıma dair söz vermiştim. İşte o yazı, bu yazı!
Soru 1: Terapistini nasıl seçtin?
Benim için bu uzun soluklu bir araştırma oldu. Bir psikoloji mezunu olarak, neredeyse tamamı şimdi klinik psikolog olan arkadaşlarımdan, daha önce birçok yakınım için psikolog tavsiyesi istemiştim. Ama kendim olunca nedense bu yoldan gitmek istemedim. Ya tavsiye edilen kişiden ben memnun kalmazsam aracılık eden arkadaşıma ayıp olur mu endişesiyle, bu araştırma sürecini tek başıma yürütmeye karar verdim.
Kendi kendime 3 tane kriter belirlemiştim:
Psikoloğum mutlaka benden yaşlı, minimum 10-15 yaş daha büyük olacak,
Mutlaka kadın olacak,
Mutlaka anne olacak.
Empati ve “bu yollardan geçmiş”liğin terapi sürecine değer katacağına inancım tamdı. Fakat, hayat beni burada güzel bir sürprizle bekliyordu.
Ben araştırma sürecim sonunda, direkt bir psikoloğa değil, bir danışmanlık merkezine başvurmaya karar verdim. Ve orada yaptığım ön görüşme sonrası, bana planlarımda hiç olmayan bir psikologla eşleştirmeyi önerdiler: Anne değildi, kadın değildi, yaşlı değildi!
Teklifi kabul etmek istedim, çok güven veren bir yerdi ve elbette eşleştirmeyi yaşa, cinsiyete göre değil; danışanın ihtiyacına ve konusuna göre yapıyorlardı.
Tam da bu noktada beni, spesifik bir kişiye değil bir kuruma başvurmuş olmak çok rahat hissettirdi: Bir sebeple psikoloğumla doğru enerjiyi yaklayamasam, onunla devam edemeyeceğimi hissetsem, beni başka birine yönlendirebilirlerdi.
Geldiğimiz noktada, terapi sürecindeki 3. ayımda, bu konuyu sohbetlerde hep şöyle anlatıyorum:
Bana göre psikoloğumun yaşı yok, cinsiyeti de yok.
Bu onun işini ne kadar iyi yaptığının bir kanıtı.
Süreç var, sonuçlar var, farkındalıklar var. Ama psikoloğumun demografik özellikler bakımından “kim” olduğunun sandığımdan çok daha az önemi var.
Tabii bir şartla: İlk görüşmede aramızda direkt kurulan güven bağı. Gerçekten çok güvendiğim, kendimi mutlulukla açtığım, yargılanmadan, ilgiyle dinlendiğimi, tüm özelliklerimin olduğu gibi kucaklandığını yüzde yüz hissettiğim bir süreçteyim. En önemlisi bu, size de seçim sırasında demografik özelliklerin değil, bu güven hissinin peşinde olmanızı öneririm. Benim gibi “kadın olsun, erkek olsun, yaşlı olsun, genç olsun” gibi kriterlerle değil, güvenebileceğiniz biriyle çalışmak ilk hedef olmalı. Sonra zaten demografik özellikler “kayboluyor”.
Soru 2: “Bugün ne konuşmak istersin?” kâbusu.
Koçluk yaparken, en dikkat ettiğim konu, bu soruyla başlamamak. Bu soruya, birçok kişi gibi fobim var.
Terapide de büyük stresim, odaya girer girmez psikoloğumdan direkt bu sorunun gelme ihtimaliydi. Aslında bu sorunun gayet doğal ve stratejik olarak doğru bir soru olduğunu biliyorum çünkü, siz ister “Bugün köpeğimin kakasını konuşmak istiyorum.” deyin, ister “Evliliğimi bitirmeli miyim?” deyin, büyük ya da küçük her konu sizdeki aynı derin noktalara bağlanacak. Bence psikologların seanslara bu standart soruyla rahatça başlama sebebi bu: Hikayenize bir yerden dahil olmak ve herhangi bir şekilde dalacağınız denizinize sizi o yoldan buyur etmek.
Fakaaaat….
Bu soru, birçok kişiyi paralize ediyor.
Sırf bu soru yüzünden ilk birkaç seans sonunda psikoloğa gitmeyi bırakan o kadar çok tanıdığım var ki.
İnsan alışkanlıkla, bir uzmanın karşısına oturunca, sürece onun liderlik etmesini istiyor. Halbuki terapi böyle bir şey değil, terapide ana konu sizsiniz. Fakat yine de bu “Ne konuşmak istersin?” sorusu fena halde gerginlik yaratabiliyor.
Benim sürecimde şanslı olduğum konu, bu soruyu hiç duymamış olmam. İlk seansımız, psikoloğumun bana “Neden orada olduğumu” sormasıyla başladı, ki daha önce bir uzmanla ön görüşme yaptığımdan (ve bu görüşmenin notları ona aktarıldığından) aslında cevabı zaten biliyordu. Sormaktaki amacı sadece bir kez de benden dinlemekti. Bunun rahatlığı beni çok rahatlattı, sadece ön görüşmede anlattıklarımı ona bir daha kısaca aktardım. Sonra, psikoloğum sazı eline aldı ve bana hangi terapi ekolüyle çalışacağımızı, neden bu ekolü seçtiğini, nasıl ilerleyeceğimizi, sürecin nasıl işleyeceğini, ne kadar sürebileceğini, nasıl araçlardan yararlanacağımızı detaylı olarak açıkladı. Bu benim için altın değerindeydi.
Benim gibi işlerin planlı, düzenli, önceden düşünülmüş bir şekilde yürümesini sevenler için, böyle bir akış gerçekten kıymetli. Peki ya psikoloğunuz sürece böyle başlamazsa? Bu da bizi diğer soruya getiriyor.
Soru 3: Süreç istediğim gibi ilerlemiyor, psikoloğumu değiştirmeli miyim?
Terapi iki yönlü bir süreç ve açık iletişim altın değerinde.
Tıpkı bir ilişki tavsiyesi gibi, psikoloğunuzla da beklentilerinizi açık açık konuşmanın, bir yöntem size iyi hissettirmediğinde bunu açık açık söylemenin çok değerli olduğuna inanıyorum.
Burada iki konuyu birbirinden ayırmak çok önemli:
İlk seanstan beri bir türlü güven ilişkisini kuramamak, kendini açılmaya hazır hissedememek, orta noktada bir türlü buluşamamak, anlaşılmakta zorlanmak bir konu.
Bunları sağlamış olmak fakat süreçte psikoloğunuzun kullandığı bazı yöntemlerden, seansı başlatma tarzından, akıştan mutlu olmamak başka bir konu.
İlki gerçekten de başka bir psikologla daha iyi eşleşeceğinizin göstergesi olabilir.
Fakat ikincisinde, hemen alternatif bir psikolog arayışına geçmeden önce, her ilişkide olduğu gibi, açık açık konuşmayı denemek gerekiyor.
Psikoloğunuz, aklınızdan geçenleri okuyamaz. Sizi çok iyi tanısa da o an neyin size iyi gelmediğini, neye ihtiyacınız olduğunu, nasıl ilerlemek istediğinizi sizin açıkça ifade etmeniz, olası bir çözümün oluşması için en muhtemel yoldur.
İki örnekle açıklamaya çalışacağım:
Pilates için, bir kişisel antrenörle çalışıyordum. Bir gün, bana bir hareket yaptırmaya çalıştı. Beni çıkardığı aletin üzerinde kendimi çok dengesiz hissettim ve ürktüm.
Kaymakla ilgili, kayıp düşmekle ilgili bir fobim var ve bir aletin üstünde kayıyor olmak bana kendimi çok kötü hissettirdi. Açıkladım;
“Bunu yapmak istemiyorum.” dedim.
“Hayır, yapınca alışacaksın, inmiyorsun.” dedi.
Söylediğine bir şans vermek istedim, hareketi bir iki kez daha yapmayı denedim. Başım döndü, ellerim terledi, kendimi fiziksel ve psikolojik olarak çok daha rahatsız hissediyordum.
“Hayır, yapmak istemiyorum.” dedim.
“Bu şekilde vazgeçemezsin, hayır hemen geri çıkar mısın?” dedi.
“Olimpiyatlara hazırlanmıyorum, sporu iyi hissetmek için yapıyorum ve bu hisle bu hareketi yapmam zorunlu değil.” dedim.
“Böyle olmaz ama.” dedi.
Sonunda ben o gün, o antrenörle çalışmaya son verdim. Zorlanmak bazen anlamlıdır, ama bu benim için anlamsız bir andı ve ilişkiye devam etmek de artık anlamsızlaşmıştı.
Benzer bir anı, kendi terapi sürecimde de yaşadım. Psikoloğum “Boş sandalye çalışmasının ne olduğunu biliyor musun?” dedi. “Evet” dedim, “çok zor”. Anlattı, bir sandalyeye geçip şu rolde olacaksın, öbür sandalyeye geçip kendine cevap vereceksin.
“Rol yapmalı etkinliklerden nefret ederim.” dedim.
“Olsun, bir deneyelim” dedi.
Birkaç kez, bu egzersizi yaptık ve benim ne kadar rahatsız olduğumu gördüğüne çok iyi emin olmama rağmen, sürdürdü. İçimden “Umarım bu deneyimi anlamlı bir yere bağlayacaktır.” dedim, acı çekiyordum. Ve gerçekten anlamlı bir yere bağladı: Benim terapi sürecimin ana konularından birine değinerek, “Gördün mü, bunu yapmak istemiyorsun çünkü hissederek yapmak istemiyorsun, o duygulardan kaçıyorsun.” dedi. Bu benim için büyük bir aydınlanmaydı.
Bu zorlanma, beni pilatesteki kadar kötü hissettirmiş olsa da, bu deneyim bana, bunu yaşamadan öğrenemeyeceğim çok kıymetli bir şey öğretmişti: Duygularımla bağımı ne kadar derinden kopardığımı ve bu bağı tekrar kurmamak için inatçı bir çocuk gibi nasıl savaştığımı, o an yaşadığım stresle, vücudumun verdiği fiziksel tepkiyle, sesimin değişmesiyle, donakalmamla deneyimlemiş oldum. Eğer bana “Duygularınla bağlantın zayıf.” dese aynı etkiyi kesinlikle yapamazdı. Bu nedenle bu zorlamayı sevdim, bu da tam sonraki konumuza bağlanıyor:
Soru 4: Psikoloğum beni hiç zorlamıyor, bu normal mi?
Kendi adıma, anlamlı yerlerde zorlamaya sokulmanın çok kıymetli bir öğretmen olduğunu düşünürüm. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, doğru yerde zorlanmak bence en büyük aydınlanmaları getirir.
Gerçekleri pat diye yüzüme söyleyen arkadaşları, lafı kıvırmadan net ve dobra konuşan çalışma arkadaşlarını severim. Aynı şekilde, psikoloğumun da bu “gerektiğinde zorlama” hali benim için çok besleyici oluyor. Terapide unutamadığım bir an, içinde itiş kakış olan bir olaydan bahsettiğimiz bir andı.
“Yani işte öyle çok sinirli biriydi.” dedim.
“Bunun adı ne?” dedi psikoloğum.
“Adı ne… Çok sinirlenmişti, demek ki o anda çığrından çıktı…” dedim.
“Bunun adı ne?” diye tekrarladı.
“Sinirine hakim olamayan bir kişiydi anlattığım, onu tahrik etmemek, bilerek kızdırmamak gerekiyordu.” gibi şeyler geveledim. Bu birkaç cümle daha devam etti ve psikoloğum ısrarla gözümün içine dimdik bakarak “Bunun adı ne?” diye sormaya devam etti. En sonunda, yine gözümün içine bakarak kendisi cevapladı:
“Bunun adı, fiziksel şiddet.”
Benim için, kötü olayları çerçevelemekten nasıl kaçındığımı, ne olduğunu bal gibi bildiğim kötü deneyimleri, sırf benim başıma gelmiş gibi hissetmemek için “çerçevelemediğimi” fark ettiğim altın anlardan biriydi.
Bu anlamda, bence gereken yerde bu yükselmeyi yaşamak, zorlanmak terapide de çok kıymetli. Ama elbette bu tek yol değil, bu zorunluluk değil, bunun olmaması kötü bir terapiye alamet değil.
Zorlanma beklentimiz, biraz da terapiyle ilgili filmlerde gördüklerimizden kaynaklanıyor. Sanki terapide böyle filmlere yaraşan “an”lar olmazsa, etkisi azalacakmış gibi bir önyargı olabiliyor. Kendi adıma, bu zorlanma hallerini çok değerli buluyorum fakat bunun eksikliğinin kötüye işaret olduğunu da düşünmüyorum. Bir kez daha, önemli olan kendi tarzınıza uygun bir psikolog bulmanız, tıpkı kendi tarzınıza uygun bir arkadaş, sevgili, iş bulduğunuz gibi.
Umaırm iki yazıya bölerek anlatmaya çalıştığım, kendi perspektifimden, terapi sürecinin detaylarını faydalı bulmuşsunuzdur. Bu konuyla ilgili yazdığım ilk yazıdan sonra mailden de bolca soru aldım ve cevapladım. Farklı sorularınız olursa, bildiğim ve tecrübe ettiğim yerdense her zaman cevaplamaya devam edeceğim.