İngilizcesi “Low maintenance friendship” olan bu terimi Türkçe’ye nasıl çevireceğimi, başlığı nasıl atacağımı çok düşündüm.
Birebir çeviri yapıp “az bakım gerektiren arkadaşlık” demek soğuk ve garip olacaktı.
Birden aklıma çocukluğumda çok duyduğum o söz geldi “Vefa İstanbul’da bir semt adı!” İnsanların bunu, vefasız arkadaşları için söylediklerini biliyordum. Vefasızlığın nasıl bir şey olduğunu merak ediyordum. Öyle çok anlamak istiyordum ki, yapılan her açıklamayı can kulağıyla dinliyordum bu konu açılınca.
Mesela, bir zamanlar büyük iyilik yapılan bir arkadaşın, sonradan seni unutup hiç aramaması vefasızlık sayılıyordu.
Mesela, yıllar içinde ayrı yollara düşülen eski okul arkadaşlarının hâl hatır sormayı kesmesi, birbirini aramaması vefasızlık sayılabiliyordu.
Vefasız olmayı TDK “sevgisi çabuk geçen; hakikatsiz” olarak tanımlıyor.
Özetle nice sonra anladım ki, vefa, belli davranış göstergeleriyle tanımlanmış bir sadakat beklentisinin karşılıksız çıkması ve bunun sonunda duyulan hayal kırıklığıyla ilgili bir konu.
Bu davranış göstergeleri de genelde, arkadaşlık beklentilerini rutine bindirmekle ilgili: Düzenli telefonda konuşmak, düzenli görüşmek, özel günlerde mutlaka konuşmak vb.
Buraya kadar konu netti ama, bu kez sorun bendeydi.
Bolca yalnız zaman geçirmekten hoşlanan biriydim.
Yoğunlukları, başkalarına göre çok daha zor göğüsleyen, yoğun olduğum zamanlarda, okuldan – işten geri kalan tüm zamanı ancak köşeme çekilip dinlenmeye ayırabilen biriydim.
Bu sebeple, rutinde düzenli olarak görüştüğüm, aramayı sormayı hiç aksatmadığım bir arkadaşım olması zordu.
Üstelik, büyükler yanımda beylik beylik vefa konusunu anlatsa dahi, benim ikna olmadığım bir şey vardı. İnsanların beni düzenli arayıp sormamasına, belli bir süre hiç görüşmemiş olmamıza bozulmuyordum. Herhalde empati yapıyordum, onların da kendi hayatlarının yoğunluğuna gömülmüş olduklarını tahmin ediyordum.
Tabii annem, annemin de çok etkisi var.
O bana daha ben çocukken, sürekli sitemin ne kadar anlamsız olduğundan bahsederdi.
İnsanların telefona cevap vermeyişini, bir türlü buluşacak zaman bulamayışını hiç kişisel algılamaz, onların meşguliyetlerine verirdi. Çetele tutmaz, filanca da beni şu kadar zamandır aramadı demez, denk geldiği yerden arkadaşlıkların devam etmesini gayet insani karşılardı.
İçedönük dinlence ihtiyaçlarım ve benim de benimsediğim annemin bakış açısı birleşince, ben de aynı böyle biri oldum. Çocukluktan gelen ve daha sonra, birkaç yıl önce tanıştığım, can ciğer olduğum, kalpten çok sevdiğim arkadaşlarım var. Bu sıkı fıkı dost olduğumuz, dostluğumuzu uzun süre sürdürdüğümüz kişilerle ortak özelliğimiz ise bu: Hepimiz konu vefa olunca aynı görüşteyiz: Geleneksel vefasızlık tanımına katılmıyoruz.
Birbirimizi özleyince ararız.
Sohbet etmek isteyince ararız.
Düzenli olmasa da buluşur, buluşunca sohbetlerin en şahanesini ederiz.
Bazen altı ay görüşemeyiz, ama asla bu kimden kaynaklandı diye çetelesi tutulmaz.
Beklenen ama gelmeyen aramalar, bunlar için sitemler, kinayeli söylemler yoktur.
Bunun yerine, birlikte geçirilen her andan keyif almaya odaklanırız.
Ve tabii ki gerçekten birbirimize ihtiyacımız olan o anlarda mutlaka birbirimizin yanında oluruz.
Nasılsın? Yılbaşı kahvesi teklifin hala geçerli mi?
Bu arkadaşlarımdan biriyle, en son Aralık 2023 başında konuşmuştuk. O zaman da uzun zamandır görüşemiyorduk. “Bana yılbaşı öncesi kahveye gelsene.” dedi. Gerçekten gitmeyi çok istedim ama fırsat olmadı. Sonra Aralık’ta tekrar konuşmadık ve Ocak’ta ve Şubat’ta…
Birkaç hafta önce onu aradım. Büyük bir neşeyle telefonu açtı. Ben de ona “Yılbaşı kahvesi teklifin hala geçerli mi? Yaz kahvesi olarak!” diye takıldım, güldük. İstanbul’dan taşındığını öğrendim. Bir saate yakın telefonda konuştuk. Müthiş doyurucu, her zamanki gibi müthiş kafa açıcı bir sohbetle, birbirimize önerdiğimiz birçok kitap, film, diziyle ayrıldık.
Birçok kişi için böyle bir arkadaşlığın kulağa korkunç geldiğini biliyorum. Ama bu benim ve çevremdeki sımsıkı sarılmayı seçtiğim küçük arkadaş grubum için biçilmiş kaftan. Üstelik bu arkadaşlık tipinin bir adı var, yazının başında bahsettiğim gibi, “Low-maintenance friendship”, yani “az bakım gerektiren arkadaşlık.”
Az bakım gerektiren arkadaşlık nedir?
KMA Therapy sitesindeki kısa ve öz tanımı seviyorum:
Az bakım gerektiren bir arkadaşlık, bir kişiyle her gün konuşmanıza gerek kalmadan yakınlığınızı koruduğunuz bir ilişkidir. Bunlar, zaman içinde ve mesafeler boyunca sürebilen türden arkadaşlıklardır; sanki hiç zaman geçmemiş gibi, her zaman kaldığınız yerden devam edebileceğinizi hissedersiniz.
Aynı yazıda, bu tür arkadaşlıkları tercih eden arkadaşların yaşadığı bazı avantajları sıralıyor:
Esneklik, daha az stres, uzun süren arkadaşlıklar.
Tabii böyle bir arkadaşlık kurabilmenin ilk şartı, iki tarafın da arkadaşlıkla ilgili aynı değerlere ve bakış açısına sahip olması. Bir taraf az bakım gerektiren arkadaşlığa inanırken, diğer taraf geleneksel bir sadakat beklentisinde olduğunda, az bakım gerektiren arkadaşlık kurallarıyla oynamak karşı taraf için kalp kırıcı olabiliyor.
Benim için şükür ki en yakın arkadaşlarım benimle aynı fikirdeler - zaten bu yüzden yakın arkadaşız. Kimi zaman bir ayda üç kez görüşür, kimi zaman üç ay sonra ancak buluşuruz. Ama sanki ara verdiğimiz zamanlar ilişkiyi beslemiş gibi olur, konuşacak konunun epey birikmiş olması bile müthiş bir haz verir.
“Low maintenance friendship” terimini ilk kez bir makalede okuduğumda yüreğime su serpilmişti. Çünkü terimi duyana kadar, yıllarca benim için, birkaç dostumla birlikte merdiven altı bir yöntemle, geleneksel arkadaşlık tanımının dışında gizli kapaklı yürüttüğümüz bir ilişki stili gibiydi. Oysa şimdi biliyorum ki yalnız değiliz. Bireylerin olduğu gibi ilişkilerin de özgünlüğü kıymetli. Birbirine verdiği kıymetin görüşmenin, iletişimin niceliğinden çok niteliğine bağlı olduğunu düşünenler olarak yalnız değiliz.
Aklımdan çıkmayan bir video
Bu konuyu, aklımdan çıkmayan bir videodan bahsederek bitirmek istiyorum.
Video izlemeyi sevmem, (ve bültenin sonunda bahsedeceğim gibi, çekmeyi ise hiç sevmem:) ).
Ama yıllar önce bir gün Instagram’da tesadüfen bir video önümde açılıverdi ve nasıl olduysa izlemeye başladım.
Konuşan kişi seminerler veren, kişisel gelişim alanında sonradan uzmanlaştığını söyleyen biriydi. Ciddi bir ifadeyle, ekrandan takipçilerine öğüt veriyordu:
“Diyelim ki, bir arkadaşın var, sen onu aradın. Buluşalım dedin, buluştunuz.
Çok keyifli vakit geçirdiniz, harika sohbet ettiniz.
Aradan altı ay geçti. O aramadı, yine siz aradınız. Yine buluşmayı teklif ettiniz.
Buluştunuz, yine çok keyifli zaman geçirdiniz, ikiniz de çok keyif aldınız.
Bir altı ay daha geçti, yine o aramadı.
Ne yapın biliyor musunuz?
ARKADAŞLIĞINIZI BİTİRİN!”
Videonun sonunda donakaldığımı hatırlıyorum. Zaten böyle örnekler üzerinden spesifik öneriler (emirler mi desem?) yağdıran uzmanların içerikleri bir meseleyken, aslında donakalmışlığımın altında biraz da gülümseme vardı.
Çünkü bu birebir, benim en yakın iki arkadaşımdan biri diye tabir ettiğim arkadaşımla ilişkimdi. (20 yılı aşkın süredir devam eden. Anlaşılan harekete geçmekte çok altı ay geç kalmışım.)
Arayan taraf hep bendim. Rutinimiz böyleydi. Bir kez bile bunun üzerinde düşünmemiştim, bu videoyu izleyene kadar da arayanın ben mi o mu olduğunun çetelesini dahi tutmamıştım.
Açık ve net bir şekilde, “vefalı arkadaşlık” bakış açısına inanan ve arkadaşların düzenli, karşılıklı iletişim prensiplerini yerine getirmediğinde, keyifli ve mutlu oluşunun önemsiz olduğunu vurgulayan biriydi. Tahmin edeceğiniz üzere, buna katılmıyorum.
Katıldığım, herkesin kendi değerlerine uygun arkadaşlıklar kurması ve arkadaşlığın da tıpkı ikili ilişkiler gibi, tek bir mutluluk formülü olmadığını hatırlaması. Sizin hiç “low maintenance friend”iniz var mı?
Birkaç ek not
Eylül geliyor, iş başına!
Her zamanki gibi yazın yavaşlattığım yazı – çizi hayatım için Eylül ayında yeniden sezon açılıyor. Birkaç yenilik var.
Bir yıldır aklımda ve notlarımda olan, okuduğum kitapları tanıtma projesini sonunda hayata geçiriyorum. Bunu bir video olarak yapmaya niyetlenmiştim, bir yıldır ara ara deneme çekimleri yaptım. Çünkü alışacağımı düşündüm. Bir yılın sonunda vardığım nokta şu oldu: Ben her zamanki benim ve video çekmekten kesinlikle nefret ediyorum. Kamera önü insanı olmadığım kesin. Bu nedenle, kitapları tanıtma işini de tıpkı bu blogdaki yazılar gibi, yazılı formatta yapmaya karar verdim.
Üstelik haliyle hazırlık sürem uzun sürünce, tanıtmaya niyetlendiğim ilk 10 – 15 kitap belliydi. Fakat dün yaptığım bir ziyaret sonrası, ilk sırayı hiç aklımda olmayan bir kitaba vermeye karar verdim. Üstelik kitabı henüz sipariş verdim ve elime dahi ulaşmadı. Ulaşınca silip süpürerek okuyacağımı biliyorum. Ve sonra ilk onu tanıtacağım. Sürpriz.
Kitap tanıtımlarını videoyla yapamayışımın tesellisini, “Zaten okumayı seven insanlar için üretiyorum, okumayı seven, format olarak da okumaktan memnun.” diye kendimi avutmakta buldum.
Görüntü yok, ses var
Videoyla ilişkim kadar travmatik olmayan, hatta neredeyse hoşuma giden bir ilişkiyi podcastlerle yaşıyorum. İki podcaste konuk oldum ve ikisinde de epey keyif aldım – tabii orada karşımda Hale Acun Aydın ve Serdar Kuzuloğlu müthiş enerjileriyle gözümün içine bakıyorlardı.
Yine de bu blogun bir podcasti olması gerektiği konusunda yıllardır yediğim baskı hatta kimi zaman sert tepkiler ! üzerine, podcast meselesinin bu sezonki radarımda olduğunu söylemeliyim. Detaylar henüz netleşmediği için bunun gelişmelerini bir başka yazıda aktaracağım.
İkinci kitap yolda – ama henüz bebek-
İkinci kitapla ilgili çalışmalarım, yaz aylarının kavurucu sıcağında, aynı yazılar gibi rölantide devam etti – ama hiç ara vermeden, aksatmadan. Şimdi hazırlık kısımlarının sonuna yaklaşıyorum ve geriye en eğlenceli kısmı yani gürül gürül yazma kısmı kalıyor.
Bu kez bir roman geliyor.
Çok keyifle yazmaya başladığım, yine psikolojiyi temeline alan, seveceğinizi umduğum bir roman. Eylül demek, romanda da gaza basıp ayağı pedaldan çekmemek demek olacak.
Bir sonraki bültende görüşmek üzere!
Affedersiniz İçedönük - Kitabı Satın Al
Affedersiniz İçedönük - Kitabı Dinle
Çok sevindim tavsiyeleri faydalı bulmanıza, güzel motivasyon oldu bu:) Yeni tavsiyelerde buluşmak üzere🙏🏻
Bizim arkadaşlığımız da böyle ilerliyor gibi. Buluşma niyetimiz var. Bazen karşılaşma ile oluyor. Kaldığımız yerden topluyoruz. Bence bu yoğunlukta gayet iyi ❤️
Ayrıca sondaki paragrafta aşırı mutlu oldum. Hem geldiğinde konuk olarak rahat hissetmene hem de bir podcastin adımlarını duyduğuma ❤️