Yetişkin olmak, idare etmek demek değil
Üniversite 1. sınıfta, ilk stajımı yapıyordum. Birlikte çalıştığım ekip gayet tatlı, güler yüzlü insanlardı. Fakat ilk tanıştığımız gün, bana üzerinde sonradan çok düşüneceğim bir cümle söylediler: “Tadını çıkar, üniversite günleri iyi günlerin. İş hayatı başlayınca işler değişiyor.”
Bu sözleri staj boyunca aklımdan çıkmadı. Onların yüzlerine bakarken, anlattıkları hikayeleri dinlerken hep bu bağlamda düşünüyordum: Neydi onlar için 4 yıllık üniversite sürecini “En güzel yıllar”, sonrasındaki on yılları ise daha fena yıllar yapan?
“Konservatuara girersen şarkı söylemekten artık aynı keyfi alamayacaksın” diyen şan hocam; “Hamilelikte bol bol uyu sonra uyuyamayacaksın…” diyen komşular, “Nasılsın?” diye sorunca “Ne yapalım be yavrum koşturuyoruz…” diye buruk bir sesle yanıtlayan babam…
Hepsi yetişkinlikle ilgili benim sahip olmadığım bir ciddiyeti sırtlar gibiydi. Bazen kendimi sorgulardım, acaba aklıselim ve başarılı bir yetişkin olmanın sırrı daima yarı-mutlu, “idare ediyor” görünmek mi, diye. Sanki coşkulu ve canlı bir mutlulukla yaşayan yetişkinler kendini bilmez, sorumluluk almayan, çocuksu tipler gibi bir hava vardı.
Yetişkinlikle ilgili en yanlış algılardan birinin bu olduğunu düşünüyorum:
Yetişkin olmanın, hafif şikayetçi, yarı buruk, edilgen ve orta mutlu bir halle eş tutulması.
Eşlerinden işlerine, zamanlarını nasıl harcayacaklarından vücutlarına ve ruhlarına nasıl davranacaklarına kadar birçok seçimi kendi iradeleriyle yapan bir grup yetişkin, sonra oturup bu koşulların en az birkaçından illallah diyerek yaşamını yarı buruk bir gülümsemeyle sürdürür. Peki bu mutluluğa ille de ket vuran yetişkinlik girdabından nasıl çıkılır?
5 maddede “idare eden, orta halli mutlu yetişkin” oto pilotundan çıkma:
1.Seri üretimle bahane üretmeyi durdurun.
Maddelerin ilki ve en babası, hayatınız için kişisel sorumluluk almak. Müdahale edebildiğiniz ve edemediğiniz şeyleri ayırt etmek ve sonra müdahale edebileceklerinizle ilgili pasif bir şikayetçi olmaya son vermek.
Sırf üşendiğimiz için (ki bu bizi ikinci maddeye götürecek) yapmadığımız ama aslında yapmamıza hiçbir gerçek engel olmayan bir dizi şey var. Yani aslında hayattaki seçeneklerimiz konusunda sandığımızdan çok daha özgürüz. Fakat bahane üretmek, düşük enerji modunda, yorulmadan yapabileceğimiz, konforlu bir aktivite. Bu nedenle bu özgürlüğü görmezden gelmek çoğu zaman işimize geliyor.
İşin kötüsü, bu ürettiğimiz bahanelere kendimiz de inanıyoruz ve onların en sağlam savunucusu oluyoruz. Kendimizi sıkça kıstırdığımız bahane kapanları var:
-Ne yapalım çalışıp yorulmak zorundayız, çünkü para ancak helak olarak kazanılır.
-Ne yapalım spor yapamayız, çünkü vakit yok.
-Ne yapalım, anne olduktan sonra kendine vakit kalmıyor.
Ve niceleri…
Bahane aramak hem kendimizi kendimize anlatırken hem kendimizi başkalarına anlatırken otomatikleştirdiğimiz bir alışkanlık. O kadar da kültürel olarak kabul görmüş durumdaki, yetişkinler arasında geçen doğal bir sohbet; bahanelerin karşılıklı haklı çıkarılması haline dönüşebiliyor.
Yetişkinler arasında geçen doğal bir sohbet; bahanelerin karşılıklı haklı çıkarılması haline dönüşebiliyor.
Bahane üretmeyi durdurma kararı, hayatınıza ilk kez oto pilottan çıkıp bakmanızı sağlayacak en büyük ilk adım olabilir.
(Kişisel sorumluluk almak konusunda başucu kitabım Stefano d’Anna’nın Tanrılar Okulu’dur ve şiddetle öneririm. Kitaptan alıntıların paylaşıldığı tanrilarokulu adlı Instagram hesabına da göz atmanızı öneririm. )
2.Üşenmemeyi alışkanlık haline getirin
Oto pilotun konforundan çıkmaya üşeniyoruz. Yani hayatımızda değiştirebileceğimiz birçok majör etken varken, sırf üşendiğimiz için hiçbirine girişmiyoruz. Üşengeçliğimizi rasyonalize eden kurnazlığımızı ayırt etmek için sinsi bir soru şu olabilir: “Bu gerçekten değiştiremeyeceğim bir şey mi, yoksa üşendiğim için konforlu alanda kalmayı mı seçiyorum?”
Bu gerçekten değiştiremeyeceğim bir şey mi, yoksa üşendiğim için konforlu alanda kalmayı mı seçiyorum?
Şunu unutmayın ki çevrenizdeki yetişkinlerin çok büyük kısmı gerçekten üşengeç insanlar. Kendi hayatlarıyla ilgili, kendi hayırlarına olacak ve aslında yapabilecekleri birçok şeyi sırf psikolojik yükünden kaçındıkları için yapmıyorlar, yapmayacaklar.
Üşengeçlik de beraberinde bir sorumluluk getiriyor, üşendiğimiz her şey için gerçek görünen bir bahane bulma işi. Ancak bunu yapıyoruz, bunu yapmayı, üşenmek yerine gerekeni yapmaya kıyasla daha kolay buluyoruz.
3.Hayallerinizi arafta bırakmayın
Evdeki eşyalara bahar temizliği yapar gibi, hayallerimize de bir format atmak gerekiyor ara sıra. Çünkü arafta bıraktığımız, sandığımızdan çok daha fazla hayalimiz var. Bunun iki tehlikesi var.
Evdeki eşyalara bahar temizliği yapar gibi, hayallerimize de bir format atmak gerekiyor ara sıra.
Birincisi, bir şeyi hayaller kutusunda tutmanın bedeli, onunla ilgili hiçbir zaman küçük ilk adımı atmamak, ancak devamlı “bir gün vakit bulunca büyük bir adım atmayı” düşlemek oluyor.
“Yemekleri evde yapacağım böylece hem daha sağlıklı hem daha ekonomik olacak.” dev hayali, o tılsımlı zaman gelene kadar, aylarca erteleniyor, aylarca dışarıdan yemek sipariş edilirken bu asil ulvi hayal saygıdeğer yerinden hiçbir şey kaybetmiyor. Oysa daha makul ve araf hapsinden kurtulmuş bir hayal “Haftada bir evde sağlıklı yemek pişireceğim.” olabilirdi ve ideal günü beklemeden hemen bugün başlanabilirdi.
Uzun süredir mükemmel zamanı bekleyen hayalleri o araftaki, zihninizi arka planda hep meşgul eden yerlerinden çıkarıp onları bugün aksiyon alınabilir hale getirmek, yetişkinliğin sonsuz bahaneler denizinden iyi bir çıkış yolu olabilir.
İkincisi, hayaller kutusunun durmadan kalabalıklaşması. Okuduğumuz içeriklerle, sosyal medyada gördüklerimizle, “Onda olan bende de olsun.” diyerek hayal kutumuzu maddi / manevi gereğinden kalabalık hale getiriyoruz. Nelerin gerçekten bizim hayalimiz, nelerin özendiğimiz ama aslında bizimle pek ilgisi olmayan hayaller olduğunu ayrıştırmak gerekiyor.
Nelerin gerçekten bizim hayalimiz, nelerin özendiğimiz ama aslında bizimle pek ilgisi olmayan hayaller olduğunu ayrıştırmak gerekiyor.
Evini müthiş düzenli tutan, şahane yemekler pişiren, ya da her gün spor yapan biri olmak sizin hayatınızın bu dönemi için gerçekçi bir hayal değilse, bırakın hayal kutunuzdan çıksın, kafanızı daha fazla meşgul etmesin. Onun yerine, öncelikli olanlar gelsin, verimli zaman ve enerjinizi onlar alsın.
4.Maruz kalmıyorsunuz, yönetiyorsunuz
Bu maddenin şahı kurumsal hayattır bana göre. İnsanlar iş ilanlarına başvururlar, bir işe girerler ve sonra şikâyet etmeye başlarlar. Koskoca bir yetişkinin yemeğinden ulaşımına, sağlığından dinlenme saatlerine birçok şeyinin şirket tarafından düşünüldüğü bir konfor alanında, sık sık şikâyet sohbetleri yaşanır. Tabii bunun kökeni, okuldan şikâyet etmeyi kronik hale getirdiğimiz ergenlik yılları olabilir.
Evet çalışmak ve para kazanmak zorunlu olabilir, belki çalışabileceğimiz tek şirket de bu olabilir (genelde durum böyle olmasa da), ama böyle olsa bile nasıl davranacağımız, konuya nasıl yaklaşacağımız, ne kadar sorumluluk alacağımız, nasıl bir tavırla güne başlayacağımız gibi sayısız konu tamamen bizim inisiyatifimizde. Maruz kaldığımızı hayal etmek bizi pasif bir çocuk moduna sokuyor, belki rahatlatıyor. Ama bir yetişkin sorumluluğuyla düşündüğümüzde, en zorunlu hallerde bile müdahale alanımızda sandığımızdan çok daha fazla konu var.
Bir yetişkin sorumluluğuyla düşündüğümüzde, en zorunlu hallerde bile müdahale alanımızda sandığımızdan çok daha fazla konu var.
5.Where there’s a will, there’s a way: İsteyen, bir yolunu bulur.
Aklımdan hiç çıkarmamaya çalıştığım o güzel, basit İngiliz deyimi bu. Duvara asmalık ya da telefona duvar kâğıdı yapmalık. Tersten okuması da bir başka anlamlı, “Eğer bir yolunu bulmuyorsam, demek yeterince istemiyorum ya da bundan daha öncelikli isteklerimin arasında bu istek arka plana düşüyor.”
Eğer bir yolunu bulmuyorsam, demek yeterince istemiyorum.
Yetişkin sorumluluklarının altında boğulmuş ve hayata karşı 0-1 yenilmiş görünen yetişkinler, istediğimiz şeyleri yapmak için mutlaka bir yol bulduğumuzu sık sık unutur. Neye her koşulda bir yol bulduğunuzu fark etmek; gerçek değerlerinizin ne olduğunu anlamak için şahanedir.
Neye her koşulda bir yol bulduğunuzu fark etmek; gerçek değerlerinizin ne olduğunu anlamak için şahanedir.
Gerçek şu ki, bizim için hakikaten önemli olan şeyler için öyle ya da böyle mutlaka bir zaman ve fırsat “yaratıyoruz.”
Sigara tiryakileri, o sigarayı kar, kış, iş güç, yolculuk demeden bir yolunu bulup illa içiyor.
Kalpten bağlanılan o diziler bir şekilde gece, uykusuz kalma pahasına da olsa izlenip bitiriliyor.
Bakımlı olmak bir öncelikse, bakkala giderken, hastaneye giderken bile makyajlar yerli yerinde oluyor.
Okumak bir öncelikse, en keşmekeş günde iki duraklık metro yolculuğunda bile o kitap açılıyor.
Gerçekten önemsediğimiz ve gerçekten istediğimiz şeyler için nasıl yaratıcı yollarla zaman ve fırsat bulduğumuzu unutmayalım.
Bir yol bulmuyor hatta aramaya bile tenezzül etmiyorsak, muhtemelen o kadar da istemiyoruzdur.
Yetişkinlikle ilgili çocukluktan beri tüylerimi diken diken eden “Ne olsun, idare ediyoruz” yaklaşımı bir veba gibi. Ama iyi haber, topluluklarda biri bu modu kırmaya başladı mı, başkalarına da bulaşıyor.
Evet, yetişkinlikte enerjimizi, zamanımızı bolca isteyen ve bizi sınırlarımıza kadar zorlayan birçok durum var. Annelik bunlardan biri, bir şirkette çalışmak bunlardan biri, para kazanmak, sağlıklı beslenmek vb. de öyle.
Hepsinin üstümüze gelmesine ve karşımızda dev bir canavar kesilmesine izin verdiğimizde kendimizi küçük ve yenik hissediyor, ancak “idare ediyoruz.”
Oysa dürüstçe karşımızdaki dev sorumluluklarla yüzleştiğimizde, neyi yapıp neyi yapamayacağımıza dürüstçe karar verdiğimizde, hayatın kontrolü elimize geçmeye başlıyor. Bir anda her şeyi mükemmel yapmaya başladığımız için değil; gerçekçi bir yaklaşımla, her şeyi mükemmel yapamayacağımızı idrak edip, nelere odaklanacağımızı seçtiğimiz için.
Yetişkinlik bir idare etme maratonu değil. Öncelikleri belirlemek için sorumluluk alma ve böylece hayattan tam keyif alacak şekilde hayatımızı planlama oyunu. Oldukça zor bir oyun, durmadan dış etkenlerle sınandığımız, kendimize inancımızı kaybetmeye yüz tuttuğumuz.
Yetişkinlik bir idare etme maratonu değil.
Hayatı basitleştirdiğimizde, idare etme modundan çıkıp özgürleşiyoruz, neşemiz geri gelmeye başlıyor.
Gençlere göre daha “mutsuz” olmamızın sebebi üniversite yıllarının bitmiş olması, gerçek sorumlulukların hayatımızın ortasına oturmuş olması değil. Bu sorumlu yetişkin haliyle de mutlu olunabileceğini, ancak önceliklendirme yapmanın bize düştüğünü unutmuş olmamız.
Size “idare etmeyen” bir yetişkin moduna geçmenizi öneriyorum.
“Nasılsın?” diyene “Vallahi ne olsun biliyorsun çoluk çocuk iş…” derken kendinizi yakalayıp cümlelerinizi değiştirmeyi. Dolayısıyla yaklaşımınızı değiştirmeyi.
Sorumluluklarınızın altında ezilip idare etmek yerine, birkaç şeyi adamakıllı yapmayı seçip kendinizi hayatınızın yönetici koltuğuna oturtmayı.
Yetişkinlikte şans, kendi hayatının yönetici koltuğunda oturanın peşinde koşuyor. Bugün üstümüze yığılacak onca sorumluluk, soru, sorun olmayacağını garanti edemem, olacaktır. Ama “Tamam böyle, peki ben şimdi ne yapmayı seçeceğim?” demek; “Hepsini aynı anda mükemmel yapamam, neyi önceliklendireyim?” diye sık sık sormak bizi idare eden değil, önce tercih eden, sonra tatmin olan, en sonunda mutlu olan yetişkinler yapacak.
Birkaç ek not
Sağır sultan bile duydu ama âdettendir, blogda da yer vermeliyim:
Serdar Kuzuloğlu’nun Haddini Aşan Yaşam Rehberi’nin ilk konuğu oldum.
Benim alanımın duayeni, daima büyük saygı duyduğum bir üstadın karşısına oturup, üstelik ilk konuğu olarak beni çağırarak onurlandırdığı podcast’inde, Affedersiniz İçedönük anlatmak tek kelimeyle unutulmaz bir deneyimdi.
Kendisi de bir içedönük olan (ve kendisi de bir içedönük gibi gözükmeyen) Serdar Kuzuloğlu ile içedönüklüğü konuşmak müthiş keyifliydi.
Eğer henüz dinlemediyseniz şuradan dinleyebilirsiniz.
Ödüllü bir rica: Kitap yorumları
Kitap basıldığından beri aldığım harika yorumlarınızın, uzun uzun mesaj ve e-postalarınız sayamayacağım kadar çoklar. Çevreme hep şöyle anlattım “Ben okuduğum ve bayıldığım onca kitabın yazarına bir gün oturup mesaj yazmadım, meğer ne mükemmel bir duyguymuş!” Bu vesileyle tekrar, zaman ayırıp benimle kitapla ilgili yorumlarını paylaşan okuyucularıma kalpten bir teşekkür ediyorum, çünkü bu hakikaten ancak ince, duyarlı ve nazik bir insanın vakit ayırabileceği müthiş kaliteli bir hareket.
Fakat şimdi işin daha işle ilgili kısmında bir ihtiyacım var: Affedersiniz İçedönük Amazon’da yorumsuz kalmış durumda. Ürün satın aldığım platformlara yorum yazma konusunda kendim de hiç iyi bir noktada olmadığımdan, bunu anlayabiliyorum. Bir yandan, Amazon’daki okuyucu yorumları, potansiyel okuyucuların kitapla ilgili bir fikir edinmesi için en güzel alan. Kendim yorum yazmakla pek uğraşmayan biri olarak, çok ama çok sağlam bir yorum okuyucusuyum ve kitap satınalma kararlarımda yorumların çok büyük bir etkisi oluyor.
Bu uzun girişten sonra, sizden eğer kitabı Amazon’dan aldıysanız – veya yeni alırsanız, Amazon’a kitapla ilgili yorumunuzu yazmanızı rica ediyorum.
Tabii yine bu blogun okuyucularına özel bir sürpriz olarak,
Yorum yazan ilk 3 kişiye, severek okuduğum kitaplardan birini hediye etmek istiyorum.
Bu mini ödüllü rica için yapmanızı tek isteyeceğim Affedersiniz İçedönük için Amazon’da yazacağınız ve yayınlanmış olan yorumun görüntüsünü bana e-postayla göndermeniz (ki yazanın siz olduğunu anlayayım.)
Şimdiden çok teşekkür ediyorum.
İkinci kitap geliyor…
Son olarak, bolca sorulan o sorunun yanıtıyla ilgili bir yanıt.
İkinci kitabı yazmaya başladım. Üstelik bu kez bir değişiklikle, bir roman geliyor.
Yakında yazım sürecimden ve kitaptan ufak paylaşımlar yapmaya başlayacağım.
Zamanlamasıyla ilgili bir şey söylemek için henüz çok erken. Gelişimeleri yine buradan sizinle paylaşacağım.
Sevgiyle ve özgün yanınıza sadık kalın :)