Eteğin altına jüpon giymek, hayattaki başarını baltalıyor olabilir mi?
Odaklanmak ve fark etmeden yüklendiğimiz zihinsel yükler üzerine
İki gün önce, oturduğumuz sitenin bahçesinde, oğlum arkadaşlarıyla oynuyordu. Biri kız, biri erkek olan ikizler ile basamaklardan yere zıplama oyunu oynarlarken birden rüzgâr çıktı.
Rüzgârın çıkmasıyla, kız çocuğun elbisesinin eteğinin havalanıp kafasına geçmesi bir oldu. Tam o sırada, ikizlerin anneleri yanımıza gelmişti ve kızına dönüp ‘Kızım, keşke altına bir tayt giyseydin!’ dedi.
Hemen sonra, pişman ve üzgün bir yüz ifadesiyle bana döndü, ‘Aslında bunu söylemek istemiyorum, çünkü biliyor musunuz bütün makaleler, kız çocuklarının bu birçok konuda dikkatli olmaları gerekmesi durumunun, onların başarısızlığına sebep olduğunu söylüyor. Erkekler ise böyle detaylara takılmadığı için, başarıya odaklanabiliyor.’
Öğretmen olan komşumun söyledikleri tabii çok ilgimi çekti. Gerçekten de hayatta dikkat ettiğimiz ama dikkat ettiğimizin bile farkında olmadığımız ‘Aman eteğim uçmasın!’ gibi detaylar, odağımızı silip süpürüyor olabilir miydi?
Bir önceki yazıda, küçük şeylere odaklanmanın başarısızlığın ana sebebi olduğunu anlatan o sözü paylaşmıştım.
Rüzgârdan uçan etek ve ‘jüpon’!
Son derece modern bir kadın olan, bana mini elbiseler, dekolteli bluzlar hediye eden kayınvalidem, geçen yaz, giydiğim bir elbiseyi görünce bana çok ama çok kibar bir şekilde bir tavsiye verdi:
‘Gözde, elbise çok içini gösteriyor, bunun içine bir jüpon giysen iyi olur.’
Ben görsel konularda korkunç biriyim, elbisemi aynaya baksam görmeyen, içimi gösterse değil yarısı kopup gitse fark etmeyecek bir gözüm var.
Benim aksime müthiş dikkatli ve zevkli olan kayınvalidemden ilk kez böyle bir öneri alınca, herhalde dedim, çıplak gibi gözüküyorum şu an.
Uzmanı dinleyip hemen bir jüpon edineyim kendime. Gittim ve bir jüpon alıp, katlayıp dolabıma koydum. Sonra o jüponu hiç giymedim.
Neden biliyor musunuz? Çünkü ek bir işti, ek bir düşünce kalemiydi o. Hayatıma bir detay daha girmesine yerim yoktu. Elbisenin iç göstermesi benim için, dikkatimi dağıtan onlarca detaya bir yenisini eklemek için yeterince sorun yaratan bir sebep değildi. Ben de aldım o jüponu ama hiç aksiyona geçmedim.
Ta ki…
Birkaç hafta önce kayınvalidem bize gelene kadar. Evet, sitemizde esen rüzgar sadece o küçük kızın talihsizliği değil, hep çok rüzgar esen bir yerde oturuyoruz.
Akşam yemeğini yedikten sonra, kayınvalidem ve oğlumla sitenin içinde yürüyüş yapmaya çıktık, ve en rüzgarlı yere geldiğimizde bilin bakalım kimin elbisesinin eteği havalanıp kafasına geçti: Benim!
Yapacak bir şey yok, hemen elimle düzelttim, gülüp kayınvalideme baktım. Ve bu jüpon konusunu böyle psikolojik bir mesele edindiğimi bilmeyen, tavsiyeyi verdiğini bile unutmuş olan kayınvalidem istemsizce şöyle dedi:
‘Ay Gözde, neyse ki ben eteğin altına jüpon giymiştim…’
Ve evet, böylece o benim yaşadığım kazayı yaşamadı!
Ama beni yine aldı bir düşünce…
Bize yemeğe gelirken, bize hediye almayı,
Oğluma hediye almayı,
Tatlı almayı akıl etmiş,
Makyajını yapmış,
Hava serinlerse diye yanına ceketini almış,
Ve tüm bunların dışında bir de eteğinin içine jüpon giymeyi de ihmal etmemişti.
Ne çok zihinsel yüktü bu bir kadın için! Peki hepimiz her saniye tam olarak bu halde değil miyiz?
Sinsice odaklanma becerimizi vakumlayan ‘zihinsel yük’
Zihinsel yük konusunda bolca yazan ve yazılarını çok sevdiğim biri, Ezgi Feda. Bu ve şu postunu okumanızı mutlaka öneriyorum.
Yazılarından bir kesiti hemen buraya da dahil etmek istiyorum;
Örneğin çocuğunuzu okuldan alacaksınız. Dışarıdan bakıldığında tek yapmanız gereken arabaya/toplu taşımaya binip ya da yürüyüp okula gitmek gibi görünüyor.
Oysa bu eylemin arka planında yapmanız gereken diğer işleri, çocuğunuzun okuldan sonra aç olup olmayacağını, trafiğin yoğunluğunu ve bunun gibi daha birçok detayı düşünüyor olabilirsiniz. Bu da aslında hiç iş yapmıyor gibi görünürken zihninizdeki yükün sizi yormasına sebep oluyor.
Zihinsel yük bildiğiniz gibi kadınları erkeklerden çok daha fazla etkiliyor ve bunun sebebi kadınların çok fazla kafaya takıyor olması falan değil. Evli çiftlerin bilişsel yüklerini ölçen bir araştırma, kadınların erkeklere oranla daha fazla zihinsel yüke sahip oldukları çünkü ihtiyaçları karşılama ve evin düzenini yönetme sorumluluğunu üstlendiklerini gösteriyor.
Hala karşı karşıya olduğumuz ataerkil düzende kadınlar ev işlerini, aile ve çocuk sorumluluklarını istemeseler bile üstleniyorlar. Yetiştirilme biçimimiz sebebiyle kadınlar bu rolleri sorgulamadan kabul ederken, erkekler de bu sorumlulukları kadınların omuzlarına bırakıyorlar. Zihinsel yükü arttıran bu sorumluluklar kadınların stres, kaygı, depresyon ya da tükenmişlik gibi psikolojik zorluklarla mücadele etmesine sebep oluyor. Üstelik çalışan ya da çalışmayan bir kadın olmak durumu değiştirmiyor. Yapılan araştırmaya göre, 260 çalışan annenin yüzde 88’i ev düzeninden sorumlu olduklarını bildiriyor.
Ezgi Feda
Mükemmeliyetçiliğe meylimiz, bize ‘doğal’ olarak biçilen görünmez küçük rollerimiz gerçekten de odağımızı mahvederek bizi asıl yapmamız gerekenlerden uzaklaştırıyor olabilir mi?
Evden çalıştığım dönemde, bunun çok mümkün olduğunu fark ettim.
Evet evden çalışmak özellikle küçük çocuğu olan bir kadın için harika bir durum. Çocuğunu okula kendin götürebilmek, kahvaltıyı birlikte yapabilmek, okuldan kendin alabilmek çok güzel.
Bununla birlikte, kadının evin içinde bulunması, otomatik olarak ‘ev hanımı’ görevlerinin de onu orada, sinsice pusuda bekliyor olması demek.
Sinsi olan durum, Ezgi Feda’nın yazdığı gibi, bu işlerin görünmez olması. Yani iki iş arasında mutfağı toplamayı, iki toplantı arası hızlı hızlı çamaşır makinesine çamaşır atmayı düşünüyor olmanız sizi gururlandırıyor olabilir ama bunları yaptığınızı kimse fark etmeyecektir çünkü bunlar her zaman zaten yapılmakta olan, düzenin işlemesi için işlerdir.
İşyerinde nasıl ‘ancak istifa ettiğinde değeri anlaşılan çalışan’ diye bir şey varsa, evde de görünmez yükü tükenme pahasında sırtlanan ve bundan kimsenin haberdar olmadığı bir kadın olabilir.
Peki öyleyse çözüm nedir?
Bazı ‘sıradan’ ve herkesin ‘zaten süregeldiğini’ varsaydığı görevlerden bilinçli olarak istifa etmek ya da kaytarmak.
Tıpkı önceki yazıda bahsettiğim gibi, ‘Önemli olan ‘Yapılacaklar listesi’ değil, ‘Tam layıkıyla yapılmasa da olacaklar’ ve ‘komple boş verilecekler’ listesi.
Ama konu elbette basit değil, çünkü bazı görevlerden bilinçli olarak vazgeçmek, bazı kimliklerden de bilinçli olarak vazgeçmeyi gerektiriyor.
Yani soru, bugün yemek yapmamaya, ev işlerini biraz kaytarmaya hazır olup olmadığınız değil; soru, mükemmel anne- ev hanımı kimliğinizi kendi ellerinizle zedelemeye ve buna rağmen kendinizi sevmeye devam etmeye hazır olup olmadığınızla ilgili.
Bugün, bu yazı öncesinde Instagram’da bir anket yayınladım:
%29, bir an rezil olmak pahasına başarılı olmayı reddedeceğini söyledi.
Bu elbette çok basit bir anket ve yanıtlayanların değerlerinin neler olduğunu bilemeyiz. Bir kişi için başarı öylesine önemli bir değerdir ki, gerekirse çırılçıplak koşarım o rüzgârda, diyebilir.
Birisi için toplum içinde derli toplu görünmek öyle önemli bir değerdir ki, ‘İstersem en üst mevkiye ulaşacak olayım asla bunu kabul etmem.’ diyebilir.
Bir okuyucum şöyle bir yanıt gönderdi:
‘Hayır, çünkü böyle durumlarda yaşadığım utanma duygusunu yıllarca hatırlıyorum. O ana dönüp duruyorum.’
Bu örneği vermemin sebebi, konunun kökünü değerlerimize bağlamak.
Koçlukta sevdiğim klasik bir başlangıç egzersizi var:
Bir danışana uzun bir (bir A4 dolusu) değerler listesi verip ‘Buradan sizin için en önemli 10 değeri işaretler misiniz?’ diye sormak. Sonra bu 10’u 5’e, 5’i ise 3’e indirmesini istemek.
Bu çok sancılı bir egzersiz çünkü ilk 10’u seçmek bile zor.
İstemeseniz bile sayı kısıtından ötürü ‘ahlak’, ‘dürüstlük’, ‘adalet’ gibi, sayı kısıtınız olmasa hepsini seçeceğiniz değerlerin bir kısmını dışarıda bırakmak zorunda kalıyorsunuz.
5’e düşerken, birkaç dakika önce sizin için önemli olduğunu düşündüğünüz değerlerden 5 tanesiyle vedalaşmanız gerekiyor.
Sonuncusu ile en zor, bu en kıymetli 5’in ikisini daha elemeniz gerekiyor.
Bu egzersiz aslında, uçan etek ve başarı örneğinin de çözümü:
Evet olmak istediğimiz çok kişi, sahiplenmek istediğimiz çok kimlik var.
Hem mükemmel bir anne, hem başarılı bir çalışan, hem iyi bir eş, hem iyi bir ev hanımı, hem iyi bir hobi sahibi, hem iyi bir köpek sahibi, hem iyi bir vatandaş, hem iyi bir komşu, hem vefalı bir eski dost, hem sağlıklı yemekler pişiren biri, hem sporunu aksatmayan biri, hem sosyal konularda gönüllü olan biri olmak istiyoruz. Ve bu liste uzayıp gidiyor. Fakat gerçek şu ki bunların hepsini layıkıyla yapmaya zaman ve enerjimiz yok. Bu yüzden evet bilinçli olarak seçmek çok zor olsa dahi bazı ideal rollerimizin ya derecesini düşürmek ya da onlarla tamamen vedalaşmak gerekiyor.
Bu ‘odaklanma’ konusuyla ilgili yazdıkça ‘Çalınan Dikkat’i okuyup okumadığım soruluyor ve kitap bana öneriliyor: Yeni başladım ve henüz 21. Sayfadayım, ama tam da bu sayfada buraya çok uyacak bir cümle var;
Hangi alanda, hayatın hangi bağlamında olursa olsun önemli olanı yapmak için dikkatimizi doğru şeylere verebilmemiz gerekiyor. Bu olmadığında her şeyi yapmak çok zorlaşıyor.
Johann Hari – Çalınan Dikkat
Öyleyse şimdi ne dersiniz, sizce etek altına jüpon ya da tayt mı, yoksa başarılı bir hafta mı? (Sizin başarı tanımınıza göre ‘başarılı’ elbette.)
Yazısız geçen günler için bir açıklama
İki yazı gününü üst üste aksattığım olmamıştı.
İşin yoğunluğu ile evin yoğunluğu (artık biliyorsunuz, kod adı jüpon!) , üstüne sıcaklar gelince ben hiçbir şeye yetişemez oldum, yazı sabahlarımdan birinde uyuyakaldım hatta – ki sanıyorum en son 9 yaşında uyuyakalmıştım.
Neyse ki işte döndüm ve buradayım. Fark edip sorduğunuz için sonsuz teşekkürler. ‘Yazmıyorsunuz, iyi misiniz?’ mesajlarını ayrı. ‘Bizi çok beklettiniz, yine mi yazı yok bugün de????’ trip mesajlarını ayrı seviyorum. Hepsi öyle içten ki gerçekten eksik olmayın.
Bu konuyla ilgili kendimi şöyle teselli edeceğim, belki size de merhem olacak, bir terapi kesitimle:
Geçtiğimiz şubat ayında, blogumu –yıllarca deneyip deneyip başaramadıktan sonra- düzenli yazdığım bir hale getirmeye karar verdiğimi psikoloğuma açıkladım.
Kendime sert davranan ve vazgeçmeye eğilimli, ya hep ya hiç mantalitesinde olabilen biri olduğumu biliyordu. Bu nedenle olsa gerek, bu açıklamama direkt şu soruyla cevap verdi:
‘Çok güzel. Diyelim ki karar verdiğin gibi her Çarşamba ve Pazar yazıyorsun ama öyle bir hafta oldu ki hem Çarşamba, hem Pazar yazını yazamadın. Ne yapardın?’
Bir an düşündüm. Önce hemen içimdeki eski Gözde kafamın içinden bana fısıldadı: ‘Tabii ki bırakırım! Demek ki yapamıyorum.’
Çünkü eski Gözde’nin hayatta en iyi bildiği şey kesip atmaktı.
İlişki kötü mü gidiyor, ayrıl.
Bir kursa düzenli gidemiyor musun, bırak.
Bir hobini sekteye mi uğrattın, vazgeç.
Blogunu düzenli yazamadın mı, boş ver bu işleri.
Ama yeni versiyonum daha eskisi cümlesini bitiremeden, samimiyetle içinden geçen cevabı bana yüksek sesle söyletti:
‘Olabilir canım, ne olacak, yazabilince hemen tekrar yazmaya devam ederim.’
Bu cümlenin ağzımdan düşünmeden, doğalca akabilmesi psikoloğumun yüzünde güller açtırdı.
‘İşte!’ dedi. ‘Tam olarak bunun için sormuştum. Bu cevabı vermene çok mutlu oldum. Esneklik, ancak esneklik blogunu sürdürülebilir kılacak.’
Bu diyaloğu yaşamış olmamıza karşın, ben demir gibi bir disiplinle aksatmadan yazılarımı hep yazdım- arada bazen bir gün aksatmak haricinde. Ama böyle üst üste yazı günlerimi kaçırdığım hiç olmamıştı, bunu ilk kez geçen hafta deneyimledim.
Evet kendime çok kızdım. Şefkatle başımı okşayabildim dersem yalan olur. Ama aklım hep yazacağım bir sonraki yazıda, yani bundaydı.
Sandığımız gibi hobilerimiz, tutkularımız bizi terk etmiyor; biz kendimize onları sürdürülebilir kılmak için fazla katı kurallar koyuyor ve ya hep ya hiç diyebiliyoruz.
Ya hep ya hiç dememeli, bakın bir gittim, döndüm.
‘Bir gittim, döndüm.’deyince de aklıma Huysuz Virjin’in televizyonda bayıldığı sahne geliyor hep, Allah rahmet eylesin. Canlı yayında bayılıp, yayın devam ederken düştüğü yerden kalkınca direkt ‘Ay bir gittim geldim… Baktım orası çok güzel değilmiş, geri döndüm.’ diye espriyi patlatmıştı.
Mizahın psikolojik esneklikteki gücü yadsınamaz.
Neyse özetle, işte geldim buradayım, iyi ki varsınız.
Bir de, Eylül sezonu için sıkı içerik planlarım var, bir bir gelecekler, göreceksiniz. Dersimi fazlasıyla çalıştığımı bilmenizi isterim, sürprizleri bozmadan birer birer direkt karşınıza çıkaracağım, umarım beğenip faydalanacağınız içerikler olur.
En başta benden açık ara en çok talep ettiğiniz kitap tavsiyeleri konusu var. Bunu video ile yapmaya niyetlendim, birkaç farklı format denedim ve sonunda birine karar verdim gibi gözüküyor. Umarım beklentinizi karşılar, çok kitap, çok özet yoldalar.
Sevgiyle kalın!