İçinden bir ses hayır diye bağırdığında mantığını dinler misin?
Kırmızı ile yeşil bayrakları ayrıştırmak için birkaç taktik
Dün bir takipçisi Robin Sharma’ya bir soru sordu:
‘Kendi gençliğinize vereceğiniz en iyi tavsiye ne olurdu?’
Sharma şu cevabı verdi:
‘Kırmızı bayraklar her zaman kırmızıdır, ve asla yeşile dönmezler.’
İçinden bir sesin sana ‘yapma’ dediğinde, bir umut o sesin değişeceğine güvenmenin, bir umut o sesin yalan söyleyeceğini farz etmenin boşa çıkacağından bahsediyordu.
Bu hayatımda çok takıldığım ve öğrenmemekte ısrarcı olduğum bir konu oldu. Çoğumuz yaparız bunu. İçimizden ses aksini söylediği, hatta bazen bağırdığı halde bir sebeple diğer yöne bile bile gideriz. Genelde yeniliriz.
İki kez, iş seçiminde yaptım bunu.
Her ikisi neredeyse birbirinin aynı olan iki hikâye – yani evet birincisinde ders almadım ve ısrarla tekrarladım. O yüzden sadece birini anlatayım.
İş teklifi daha geldiğinde kalbimde o garip duyguyu hissettim. Sebebini biliyorum çünkü kendimle yan yana göremediğim, göremeyeceğim bir şirketti. Kültürünü biliyordum, benden dağlar kadar uzak olduğunu biliyordum. Aslında kalbim o kadar netti ki, telefon geldiği anda ‘Yok, teşekkürler.’ Deyip kapatmak lazımdı. Fakat kapatamadım.
Çünkü çok büyük bir şirketti, alanında en iyi şirketti. Hiçbir zaman mantıkla karar veren biri olmamıştım, sezgilerime hep çok güvenirdim. Bu yüzden, yine sezgileriyle hızlı karar veren halimi küçümsedim ve kendime sahte bir tavırla ebeveynlik yapıp; ‘Mantıklı düşün, bu fırsat kaçar mı!’ dedim inanmayarak. Sezgilerimle açıkça gördüğüm kırmızı bayrakları, mantığımla yeşile döndürmeye çalışıyordum.
Yetmedi, sezgilerime karşı çıkan takım daha da kalabalıklaşsın diye, bir de dışarıdaki kişilere, arkadaşlarıma, iş arkadaşlarıma fikirlerini sordum: ‘x’ten iş teklifi aldım, sizce ne yapayım?’ Tabii ne olacak, Küçük Prens’in dediği oldu:
Büyükler rakamlara bayılırlar. Onlara yeni bir arkadaşınızdan söz ettiğiniz zaman, size esas sormaları gereken soruları sormazlar. Mesela asla şunları merak etmezler: "Arkadaşının sesi nasıl? Hangi oyunları seviyor? Kelebek koleksiyonu var mı?" Onun yerine, "Arkadaşın kaç yaşında?" diye sorarlar. "Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası ne kadar para kazanıyor?" Onu yalnızca bunlarla tanıyabileceklerini sanırlar.
Küçük Prens - Antoine de Saint-Exupéry
Maaşı mevcut şirketinden yüksek mi? Terfiyle mi geçeceksin? Marka daha mı büyük? Yöneteceğin bütçe daha mı yüksek olacak?
Sordukları rakamsal soruların tümüne cevabım ‘evet’ti. Onlar da çok netti: ‘O zaman bu fırsatı kaçır – maaaa!’
Kalbimle göz göze gelmemeye çalışarak, onun bana fısıldadıklarından, pardon bağırdıklarından, pardon hatta gözümün önünde sallayıp durduğu dev kırmızı bayraktan kaçınmaya çalışarak telefon ettim o işyerlerine: ‘Şey, ben teklifinizi kabul ediyorum.’
Sonrası ise kâbus oldu. Daha kapıdan girdiğim an, hatta birinde, daha işe başlamamışken, belgelerimi teslim etmeye gittiğim an içim ürperdi. Oraya ait olmadığımı biliyordum. Girdiğim ilk gün, orada bulunduğum ilk birkaç dakikada ise artık emindim.
Benim dilimi konuşmuyorlardı. Enerjilerimiz farklıydı, hayata bakışlarımız, değerlerimiz farklıydı. Başka bir gezegene düşmüş gibi, kalbime mahcup olmuş halde öylece oturuyordum, olacak gibi değildi.
Her iki işte de, Robin Sharma’nın dediği gibi oldu, kırmızı bayraklar asla yeşile dönmedi. Birinde birkaç hafta, birinde birkaç ay tahammül göstererek kaçıverdim oralardan. İyi ki de kaçtım, onlar kötü olduğu için değil, ben kötü olduğum için değil, ama asla birbirimize uygun olmadığımız için.
İnsanın aynı dili konuştuğu kişiler, kültürler, şirketler, gruplar, hatta mekanlar, evler, ofisler var. Kendini ona doğru çeken, daha tanışmamışken tanışmış gibi hissettirenler var. Oralara doğru gitmek gerekiyor, akıntıya doğru, tersine kürek çekmek yerine.
Peki mantığın hiç yeri yok mu?
Var, elbette. Ama dev kırmızı bayraklarla boy ölçüşmeye kalkışmasa daha makul olacak gibi.
Okumakta olduğum bir kitapta harika bir terim var: ‘Makul ölçüde rasyonel.’
Kitap finansal kararlarla ilgili söylüyor şu cümleyi, ama bence tüm hayat kararları için geçerli:
Karar alırken, duygularınızı tamamen bir kenara bırakacak kadar soğukkanlı bir şekilde rasyonel olmayı hedeflemeyin. Oldukça makul olmayı hedefleyin, o kadar. Makul daha gerçekçidir ve uzun vadede o fikre bağlı kalma şansınız daha yüksektir.
Paranın Psikolojisi – Morgan Housel
Mantıksız olmayı değil, kendimize dayattığımız ‘tamamen rasyonel olma’ baskısından kurtulmayı – çünkü bunun gerçekçi olmadığını- salık veriyor.
İşte ben tam bunu yapıyordum, konu işle ilgili bir karar olduğu için, tamamen rasyonel olmam gerektiğine inandırmıştım kendimi. Kendi iç sesime inat, onun karşı gelemeyeceği kadar büyük otoritelere danışıyordum – ki böylece mantığın oy birliğiyle yenik düşsün. Ama olmadı işte.
Günün sonunda kendi dünyamıza en çok biz aşinayız, ve rasyonel gerçeklerle ittirerek ancak bir yere kadar gidilebiliyor, sonra maskeler düşüyor ve gerçek duygular açığa çıkıyor yeniden.
Ben olsam, Sharma gibi, kendi gençliğime evet aynısını söylerdim, kırmızı bayraklar asla yeşile dönmez. Ama bir şey daha var, yeşil bayrakları fark ettiğinde ve onların her şeye rağmen peşinden gittiğinde kendini kutla ve farkına var. Farkına var ki, sonrasında yeniden yapman gerektiğinde elinde kendi ‘Duygusuz çalışmaya çalışan’ mantığına, seni dış bir orduyla ikna etmeye çalışan %100 rasyonel olma çabasındaki yanına karşı elinde kozun olsun.
Mesela tüm üniversite tercih listeme bir çırpıda, gözümü bile kırpmadan, sadece psikoloji bölümü yazdığımda ve alternatif öneri sunmaya çalışan herkese kulaklarımı tıkadığımda, doğru yapıyordum. Yemyeşil sallanan bir bayrağın peşinden koşuyordum. İyi ki koşmuşum.
İçimizdeki evet ve hayır’lar bilgeler. Şımarık çocuklar gibi görünseler de, elle tutulur bir yanı var.
Stanford’da bir psikoloğun yaptığı araştırma, sezgisel karar verenlerin %68’i doğru karar verirken, tamamen rasyonel kararlar verenlerin sadece %28’inin doğru karar verebildiğini ortaya koymuş.
Peki nasıl?
İçgüdülerinizi dinlemek çocukluktan beri alışık olduğunuz bir pratikse, kırmızı bayraklar ile yeşil bayrakların hissini ayrıştırma konusunda deneyimlisinizdir. Ama daha rasyonel kararlar almaya alışıksanız ve bugüne kadar içgüdülerinizi dinlemeye çok yatkın olmadıysanız, iç sesinizi ve onun kırmızı – yeşil bayrak kaldırdığı anları fark etmek için bir küçük ipucu var;
Yargılamadan, hızlıca karar vermeye çalışmadan, mantıksal argümanları sıralayıp kalbinize uğramadan karar durağına gitmeden önce, durmak.
Durmak ve kendinize basitçe ‘Nasıl hissediyorum?’ diye sormak. Ne düşünüyorum? değil, ‘Ne kadar mantıklı?’ değil. Sadece ‘Ne hissediyorum?’.
Eğer bu soru tek başına zor ya da yetersiz geliyorsa, o zaman ikinci bir soru: ‘Şu an iç sesime rağmen bir şey yapmaya çalışıyor muyum? Bana doğru gelmese – kendi değerlerimle uymasa da, sırf toplum baskısıyla, mantıklı olma kaygısıyla başka yöne gitmeye çalışıyor muyum?’
Bayrakları görebilmenin ön koşulu, kendi değerlerinizin bilincinde olmak ve ötesinde, onların savunucusu olmak.
Örneğin, öncelikli değeri ailesiyle geçireceği zaman, hobilerine ayıracağı kaliteli zaman, sağlıklı beslenmek, spor yapmak, düzenli bir hayat olan birinin seçimiyle; öncelikli değeri para, kariyer, başarı olan birinin yapacağı seçim birbirinden çok farklı olacaktır. Benim durumumda, gelen iş teklifleri ikinci kısımdaki kişiler için çok uygun olabilirdi: İyi bir kariyer ve iyi bir maddi teklif uğruna ne pahasına olursa olsun gece gündüz, kendini ait hissetmesen de, didinmek, kendini paralamak.
Ama benim değerlerim bambaşka yerlerdeydi, ben birinci gruptaydım ve bu yüzden uyuşamadık, olmadılar. Uyuşamama sebebimiz sadece ‘Aman bu iş de pek mesailiymiş’ değildi, o mesaili işe, o sağlığından, kendinden, özsaygısından fedakârlık ederek hayatını işe adamayı seçen kişilerle asla bulamayacağımız ortak zemin, ve dolayısıyla kuramayacağımız iletişim, ve dolayısıyla yakalayamayacağımız sinerjiyle ilgiliydi.
Çoğu kararımızın içinde insan faktörü olduğundan, kırmızı – yeşil bayrak konusunun büyük kısmının sinerjiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Sizin kabilenizin olduğu bir yere yürüdüğünüzde genelde bayraklar yeşildir. Kendinizden tamamen aksi yönde bir yere doğru yürümeye kalktığınızda bayraklar kırmızıya döner.
Konu mantık olduğunda, önemli olan kendimize mantıklı verileri sunmaktan geri kalmamak. Anlık duygulara kapılıp, etraflıca düşünmeden karar vermemek. Elbette oturup mantıkla değerlendirmeliyiz ama KENDİ mantığımızla, kimsenin dar sokaklarını bilemeyeceği ama sadece kendimizin görebileceği ruhumuzun özgün kurallarına göre.
Birkaç ek not
Güle Güle Özkan Uğur...
Bugün Özkan Uğur ile ilgili uzun, upuzun bir yazı yazdım. Sizinle kısa süre içinde buluşturacağım.
Özkan Uğur’un vefat haberinden sonra –birçok kişi gibi- kendimi MFÖ şarkılarının içinde buldum. Sonra yazı hazırlığı için, biraz da röportaj okuma – dinlemeye giriştim.
MFÖ’nün tanışma hikayelerini, grubun kurulma hikayesini ve birçok detayı böylece öğrendim. Daha çok biyografi okumam gerektiğini hatırlattım kendime yine, ya da daha çok röportaj dinlemem. Gerçek hayattan, yaşanmış örneklerin, hele bir de belli bir yaşa gelmiş kişiler geriye dönük anlatınca tadına doyum olmuyor.
Yazıyı yazarken çok ağladım, çok duygulandığım için ağladım. Ağladığıma da memnun oldum, çünkü ‘olgunlukla karşılamak’la ‘duygularına ket vurmak’ konusunun arapsaçı gibi birbirine geçtiği çoğunluktanım ben de.
Terapide konuştuğumuz bir konuydu terapistimle; ‘Ne hissediyorsun?’ dediğinde uzun süre ‘Ne hissedeceğim canım, bu karşılığında bir şey hissedilecek bir olay değil ki?’ diye cevap verdim ona.
Sonra tabii açılmaya başladı her şey, duygularım yeniden erişilebilir hale gelmeye başladı (terapinin cebime koyduğu en değerli altındır.). O yüzden ne zaman eski – çok duygusal çocuk Gözde gibi yaşlar gözümden dökülüverse bir zafer kazanmış gibi seviniyorum. Sadece ağlayıp üzülmek değil, duygular bir açılınca devamı da geliyor.
Ne kadar sevmişim, ne kadar çocukluğummuş meğer MFÖ, dedim bugün kendi kendime. Yazıda da yazdım, insanın çocukluğundan bir kahraman ölünce, hayatının o bölümü silindi gibi hissedermiş de ondan özellikle daha çok üzülürmüş.
Öyle oldu işte bana da, yazlıkta Ali Desidero söyleyerek gezinen küçük Gözde’nin kalbi kırıldı en çok. Neyse, devamını ilgili yazıda okuyacaksınız. Ama şunu yazmadan geçmek istemedim; Özkan Uğur iyi ki gelmiş dünyaya, iyi ki bize tanıtmış kendini, iyi ki açmış kanatlarını en geniş şekilde, iyi ki 50 yıllık dost olmuş o diğer iki güzel insanla. Ne güzel bir değerler hayatımızda, hep öyle olacak MFÖ, iyi ki var.
Video, video dediniz iyi ettiniz. İşte size bir sürpriz!

Yazmaya başladığım günden beri bana sürekli ‘Video çeksenize’ – ‘Podcast yapsanıza’ mesajları gönderiyorsunuz. Ben kendimi biliyorum, defalarca denedim video çekmeyi, öyle rahatsız oluyorum ki kamera karşısına geçince. Sahne olsa, canlı olsa milyonların karşısına hemen çıkıp konuşayım derim, öyle rahat oluyorum karşımda canlı birileri olunca. Ama o kayıt başlayınca bana geliyor bir panik. Yine de, bana yaşattığınız okur baskısı işe yaradı – bunun için gerçekten teşekkür ediyorum.
Bu blog içinde bir bölüm açmayı düşünüyordum, okuduğum kitaplar hakkında yazacaktım. Sonra dedim ki, hadi bunu video formatında yapmayı deneyeyim. Denedim de! Beklenti büyük olmasın ama, kendi kötü video deneyimlerim arasında en iyisi oldu. Video benim için asla yazı gibi içimden kopup su gibi akan bir format olmayacak kesin, ama o kulvarda da ‘Yaptıkça iyi olanlar’ kategorisinden yüzeyim, ne olacak?
İlk videoyu, yeni bitirdiğim, Ayşe Bilge Selçuk’un Psikolojik Sağlamlık kitabıyla ilgili çektim. Az sonra izleyeceksiniz, umarım beğenirsiniz. Ve önerilerinize sonuna kadar açığım, kitap önerisi, format önerisi, konuk önerisi, her şey olabilir, zaten benim konu açmama gerek yok siz harika şeyler yazıyorsunuz. Mail adresimi kolaylık olması için yine buraya bırakayım: gozdeattila@gmail.com
Henüz podcast yok ama, bir yapay zekâ denemesi yaptım:
Son makalemi, yapay zekaya seslendirttim: Şuradan, yazının hemen başındaki play tuşuna basarak dinleyebilirsiniz. Ne dersiniz?
Bana maalesef mekanik geldi. Yine de, okumak yerine dinlemek isteyenler için bir alternatif olabilir mi dersiniz? Fikirlerinizi duymak isterim.
Kendi adıma dublajı en klas tiyatrocularla yapmaya meslek gereği öyle alışmışım ki, yapay zekâ çağına geçemedim, daha doğrusu yapay zekâ henüz benim beklentim seviyesinde bir seslendirme sunamadı. (Bu arada İngilizce’de durum çok daha iyi, hatta yazılarımın İngilizce versiyonlarını yeniden Medium’a koymaya başladığımda fark ettim ki Medium, otomatik olarak makaleyi dinleme seçeneği sunuyor, epey de başarılı.)
Yaz sıcaklarının kavurmadığı, işten kalan vakitlerde bol dinlenceli, olabildiğince yazın keyfini hissedeceğiniz harika bir hafta dileğiyle!
Gözde bu yazdıklarını o kadar iyi anlıyorum ki ve okudukça ne kadar şanslı olduğumu fark ediyorum 🍀. Ben bu yıl üniversiteye başlıyorum. Öncelikle şunu söylemeliyim ki hem üniversiteyi kazanma hem de seçme süreci benim için oldukça zorlayıcıydı. Kazanmak zorlayıcıydı diyorum çünkü hem Amerika’daki top üniversiteleri kazanmak hem de Türkiye’deki Boğaziçi, Sabancı ve Koç gibi okulları kazanmak için çaba sarf ettim. Neden şanslı hissettiğim konusuna gelecek olursak ben yazında dediğin gibi mantığı için gözünü kırpmadan sezgilerini yok sayan bir tiptim ama hayat nasıl yaptıysa içime sinmeyen o seçenekleri benden uzaklaştırmak için mantığıma yatmayan durumlar önüne çıkararak vazgeçmemi ve ister istemez sezgilerimin dediğini seçmeye itti beni. Amerika için çok çabalamış, hazırlanmıştım ama bir türlü kendimi Amerika’da okuma hayaline ait hissedemiyordum, tüm okullardan red aldım ve Amerika’ya gitme seçeceğim kapandı. En önemlisi de ne biliyor musun bu duruma içten içe sevindim ama adım gibi biliyorum ki eğer kazansaydım bağıran iç sesimi dinlemeden Amerika’ya gidecektim.
Buna benzer 2. durum Türkiye’de okul seçeceğim zaman yaşandı. İmkanları birbiriyle neredeyse aynı olan sadece birinin marka değeri diğerinden bir tık yüksek olan o okulu ortamının bana ne kadar uyumsuz olabileceğini, kendimi büyük ihtimalle ait hissetmeyeceğimi sezsem de diğerinden birazcık daha sükseli diye tercih edecektim ama sonra mantığındaki bertaraf eden bir olay yaşandı. O okul tam eğitim bursu vermesine rağmen orada barınmam için yeterli bursu vermedi ve ben kendim daha rahat hissedeceğimi sevdiğim diğeriyle çok minik farkları olan diğer okulu tercih ettim.
Bu yaşadıklarımdan ve senin yazdıklarından yaptığım bazı çıkarımlar şunlar:
1) Hayat bizim mantığımıza göre kendimize uygun gördüğümüzü değil bize gerçekten istediğimiz şeyi yaşatmak çabalıyor.
2) Yazıda da geçtiği gibi kırmızı bayraklar yeşile dönmez.
3)Genelin gözünden bakılınca mükemmel gibi görünen bir ortam her birey için mükemmel uyumlu olacağı yer değildir. Bazen en iyi yol mükemmel gözüken değildir.
Harika bir yazı!.. İnsanın nasıl içine rahatça sindirdiği bir güzel anlatım💖